Afrika ülkesi Nijer’deki gelişmeler beklentilerin üstünde bir ilgiyle karşılandı.
Yapılan bir darbeydi, evet; ama zaten Afrika ülkelerinde sık sık darbeler oluyordu ve bu pek de gündem olmuyordu. Hatta darbelerin çoğu Fransa’nın kontrolünde gerçekleştiği için kapalı kapılar ardında takdir bile görüyordu.
Ama Nijer darbesi, Mali ve Burkina Faso’dan sonra doğrudan Fransa’yı hedef almasıyla dikkat çekti ve bu da AB ve Amerika’yı rahatsız etti.
Hatta Avrupa Birliği (AB), Nijer'deki askeri darbenin ardından oluşturulan yönetimi tanımayacağını, bu ülkeye yönelik yardımı ve işbirliğini askıya aldığını bildirdi.
Fransa’nın askeri müdahalede bulunacağı ya da Afrika’daki işbirlikçileri aracılığıyla kaos ve karmaşaya sebep olacağı iddiaları dillendirilmeye başlandı.
Böyle bir olay karşısında AB’den de Amerika’dan da herhangi bir tepki gelmeyeceğini herhalde herkes tahmin edebilir.
Fransa başta olmak üzere, Batı’nın Afrika’daki zemin kaybı kısa vadede ekonomik bazı sorunlara neden olabilir ve bu da sömürgeci kafa için istenmeyen bir şeydir. Ama asıl sorun biraz daha uzun vadede ortaya çıkacak siyasi sorunlardır.
Ermeni soykırım iddialarını Türkiye’nin tepesinde bir kılıç gibi sallayan Avrupa ülkeleri, Afrika’nın bir devr-i sabık oluşturması ve sömürge dönemi işlenen cürümlerin hesabını sorması durumunda hangi gerekçelerle kendini savunabilir?
Şimdiye kadar kendilerini savunma gereği bile duymadılar.
Kaos istediklerinde etnik ve dini gruplar arasında çatışma çıkardılar. Sivillerden rahatsız olduklarında darbeler yaptırdılar. İstedikleri ülkeyi böldüler.
Darfur’dan dolayı Ömer el Beşir’i katliam ile suçladılar; ama Beşir devrildiğinde Darfur’un asıl katili ile beraber hareket ettiler, her türlü desteği verdiler.
Kaddafi’ye diktatör dediler ve devrilmesine önayak oldular. Ama oluşan sivil hükümet kendi istedikleri minvalde hareket etmeyince Hafter diye bir askere darbe yaptırmaya kalkıştılar, Darfur katliamının failleri olan Cancavit milisleri ile Hafter’e destek verdiler.
Mısır’da serbest seçimler yapılmış ve ilk defa asker kökenli olmayan biri seçilerek cumhurbaşkanı olmuştu.
Sermayenin desteğiyle kirli yapılar alana sürülmüş, ülke kaosa sürüklenmeye başlamıştı.
Sisi adında bir kuklaya yetki verilmiş, körfezin parası, AB’nin desteğiyle bir darbe yapılmıştı.
Rabia ve Nahda meydanlarında hedef gözeterek sivillere karşı katliam gerçekleştiren askere yönelik ciddi bir kınama bile söz konusu olmamıştı.
Dudak ucuyla verilen tepkiler çok kısa sürede unutulmuştu.
Batılının gözünde bazı darbeler muteberdi.
Sonra Mısır diktatörü, “stratejik müttefik, ortak, istikrarın teminatı” olmaya başlamıştı batı gazetelerinin makalelerinde.
Almanya’da kırmızı halı ile karşılandı Sisi.
Sisi'ye, resmi ziyarette bulunmak üzere geldiği Fransa'da Elysee Sarayı'nda Fransız Legion d'Honneur onur nişanı takdim edildiği ve bunun Fransız basınından gizlendiği ortaya çıktı.
Dışarıda “Katil Sisi” sloganları atılırken İngiltere Başbakanı Cameron ilişkilerin geliştirilmesinden söz ediyordu.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Sisi’yi ziyaretinde "ABD, Kahire'yi önemli bir müttefik olarak görüyor, Mısır'ın merkez rolünün ve öneminin farkında" diyordu.
ABD, darbeci katil Sisi’ye destek verdi ve Kerry’nin dediği gibi “Rolünün ve öneminin farkında” idi.
Sisi’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi zindana atması ve orada yavaş yavaş öldürmesi ABD için bir sorun teşkil etmiyordu.
Ama aynı ABD, Nijer darbesinden rahatsızdı.
Beyaz Saray şu açıklamayı yaptı: "Cumhurbaşkanı Bazoum liderliğindeki Nijer'in demokratik yollarla seçilen hükümetinin işleyişini durdurmaya ve devirmeye yönelik her türlü çabayı şiddetle kınıyoruz."
Ama bırakın tarihi son yirmi yıl bile gösterdi ki, ABD ve AB’nin rahatsız olduğu şey darbe değil, halkların bilinçlenmesi ve sömürüyü sorgulamasıdır.
Mali ve Burkina Faso’dan sonra Nijer…
Bunları başka ülkeler takip edecek; ama aynı zamanda büyük kaoslar ve iç çatışmalara şahitlik edebiliriz.
Cin şişeden çıktı ve diliyoruz ki, mazlum halklar önümüzdeki süreci en az zararla kapatırlar.