İsveç ve Danimarka’da Kur’an’a saldırıların sayısı artmaya başladı.

Hatta başka bazı Avrupa ülkelerinde de benzer girişimler yaşandı.

Liberal çevrelerde “özgürlüklerin sınırlandırılmaması”nın en önemli esas olduğu iddia edilerek devletlerin bu olaylara müdahale etmemesi gerektiği söyleniyor.

Müslümanların da Hıristiyanlar gibi bu tip durumlarda “üç maymunu oynaması” isteniyor.

Daha önceden sinema filmleriyle, resim sergileriyle, müzik etkinlikleriyle Hristiyanlık değerleri aşağılandı hatta yakın dönemde “Çarmıhtaki İsa” figürü üzerinden ahlaksızca aktiviteler gerçekleştirildi.

Ama Müslümanlar buna razı olmadı ve hiçbir zaman olmayacak!

Müslümanlar hiçbir inanç değerine hakaret edilmesini kabul etmiyor.

İsveç ve Danimarka hükümetleri aslında her an “Charlie Hebdo’ya karşı” gerçekleştirilen eylemin benzeriyle yüzleşebileceklerini biliyorlar; ama yine de yapılanlara izin veriyorlar.

Bir kıvılcımın büyük bir yangına sebebiyet verebileceği ortada.

“İfade özgürlüğü” diyerek ülke güvenliğinin tehlike altına atıldığı gerçeği çıkarcı Batılı kafasını farklı arayışlara doğru itiyor.

Geçenlerde İsveç Adalet bakanı Gunnar Strömmer, şöyle bir açıklama yaptı:

“Hükümet olarak son zamanlarda yaşanan Kur'an-ı Kerim yakma olaylarının İsveç'in güvenliğine zarar vermesi nedeniyle Kur'an veya diğer kutsal kitapların yakılmasını durdurmak için yasa değişikliği yapılmasını tartışıyoruz.”

Bu açıklamanın samimiyetsizliği ortada. Amaç İslam dünyasındaki tepkili kurum ve kuruluşlara “bir şeyler yapmaya çalışıyoruz” görüntüsü vermekten başka bir şey değil.

BM’nin ve İnsan hakları mahkemesinin bu konuda kararları da var.

Türkiye’de “dini değerleri aşağılama” suçlamasıyla açılan bir davada, iddianameyi hazırlayan savcı OPİ davasını örnek göstermişti.  

Olay kısaca şöyleydi.

2011 yılında İslam’ın kutsallarına sosyal medya üzerinden açıkça hakaret eden birine yönelik ceza davası açılmış ve savcı AİHM’in bir kararını örnek göstermişti. 

‘AİHM'nin Otto-Preminger Institut'un desteğiyle çekilen 'Cennet Konsülü' adlı filmle ilgili açılan davada verdiği karara vurgu yapmıştı savcı. Söz konusu davada OPI'nin müdürü hakkında "dinî öğretileri aşağılamak" suçundan cezaî kovuşturma başlatılmıştı. AİHM, filme el konulmasına izin vermişti.’

Yani bu alçakça saldırılara izin vermenin “Batılı değerler” ile bir alakası yoktur.

Neticede şu esas dünyanın her yerinde kabul görmüştür:

“Bir kişinin özgürlüğü, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter.”

Hatta Liberalizmin öncü isimlerinden İngiliz filozof John Stuart Mill şu net açıklamayı yapar: “Özgürlük, başkalarına zarar vermediği sürece canımızın istediğini yapmak ve o başkaları tarafından, yanlış, hatta aptalca bulunsa bile yapmaya devam etmektir.”

İngiliz filozof, hedonizmin iğrenç bir şekilde propagandasını yapsa da kullandığı cümledeki “başkalarına zarar vermediği sürece” ifadesi dikkati çekmektedir.

Evet, İslami değerlere, Kur’an’a ve Aziz Peygambere yönelik saldırılar dünyanın her yerindeki Müslümanlara zarar vermektedir ki, İsveç ve Danimarka hükümetleri bunu çok iyi bilmektedirler.

Kaldı ki, İsveç Anayasasında da aslında bir değişiklik yapmaya gerek duymadan bu saldırlara engel olmaya yetecek kadar düzenleme vardır.

İfade özgürlüğünü tanımlayan 10. maddenin 2. paragrafı bu hakkın sınırsız olmadığını açıkça dile getirmektedir:

“Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler (…) ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”

Ne İnsanlık değerleri, ne batılı değerler ne de kendi anayasaları böyle bir alçaklığa müsaade etmemektedir. Buna rağmen ısrarla “ifade özgürlüğü”nün arkasına saklanmanın nedeni dürüst olmamak, kin ve düşmanlığı süslü sözcüklerin arkasında saklama çabasıdır.