"Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır" demişti Malcolm X.

Bunu ister “Beyaz Adam”ın topraklarından kopartıp köleleştirdiği, kişiliklerini, kimliklerini, geleceklerini ellerinden aldığı mazlum “Siyahiler” üzerinden, ister Kızılderililer ve diğer yerliler üzerinden ya da yaşadıkları topraklar yağmalandığı ve sömürgecilerin isteği doğrultusunda kaosa teslim olduğu için mülteci durumuna düşmüş kişiler üzerinden okuyun değişen bir şey olmaz.

Irkçılığın hayat bulduğu ve bazen ekonomik sebeplerden bazen de siyasilerin kirli hesaplarından dolayı yükselişe geçtiği yerlerde bu psikolojik hastalığın yayıldığını, toplumu zehirlemeye başladığını görebilirsiniz.

O kadar çok yalan ortaya atılır ve gelecek tasavvuru kâbus şeklinde resmedilir, vehimler üzerine inşa edilir ki, yer yer bu toplumsal patlamalara, güdülen kitlelerin tahribatına neden olabilir.

İdeolojilerin, ilkeleri zamanla değişse de esasları vardır ve bireylerin -tüm yöneltici ve ayartıcı etkenler bir tarafa- iradeleri ile seçme hürriyetleri vardır.

İdeolojiler değişime, gelişime, savrulmaya, yamulmaya açıktır.

Ama ırkçılığın hiçbir ilkesi, esası, ahlaki değeri yoktur.

Şeytanın mezhebi olduğu için her türlü hileye, yalana, iftiraya, karalamaya ve insanlık dışı alana açıktır.

Irkçıda insani hisler, merhamet, adalet gibi duygular söz konusu değildir.

Meseleyi Fransa’da yaşanan olaylar üzerinden açalım.

17 yaşında Cezayir kökenli bir çocuk araç kullanırken Fransız polisi tarafından durduruldu. Ortada hiçbir neden yokken polisler çocuğa şiddet uygulamaya başladılar. Çocuk kaçmaya çalışırken de ırkçı polis tarafından öldürüldü.

Evet, durdurmaya yönelik değil, yaralamaya yönelik değil doğrudan öldürmeye yönelik bir müdahalede bulundu Fransız polisi ve bu açıkça bir nefret suçu ve ırkçı bir cinayetti.

Beyaz tenli bir Fransız çocuğu kesinlikle aynı muameleye maruz kalmaz!

Doğru olan, insani olan, ahlaki olan Fransız hükümetinin bu konuya adil yaklaşması ve suçluyu cezalandırması olduğu gibi toplumun da buna tepki göstermesiydi.

Ama bakın ne oldu?

Cinayeti işleyen ırkçı polis gözetim altına alındığında onun için yardım kampanyası düzenlendi ve birkaç gün içinde 45 bin kişi kampanyaya destek vererek 1 milyon 636 bin avro para toplandı.  

Açık söyleyeyim bu, medyanın ya da siyasetin konusu değil, kriminal bir olay ve psikolojinin konusudur.

Ve maalesef bu zihniyet bazen muhafazakarlık kisvesi ile bazen liberal değerler arkasına gizlenerek kendini ifade edebiliyor.

Kimi Müslümanların “tekil” yanlışları üzerinden tepinenler içinde bulundukları iğrenç ve insanlığın dibi olabilecek çukurdan dolayı övünüyorlar.

Bizi Müslümanlardan kılan Allah’a hamd olsun.

İnancımız net, duruşumuz net, söylemimiz nettir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke’nin fethi günü insanlara bir hutbe vererek şöyle buyurmuştur:

 “Ey İnsanlar! Allah sizden câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli kişi ve günahkâr, bedbaht, Allah katında değersiz kişi. İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır. Ve Allah Âdem’i topraktan yaratmıştır.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 49; Ebû Dâvûd, Edeb, 110-111)

İşgallerin, iç çatışmaların, mezhepçi holiganlığın bazı “hakikatleri” örttüğü doğrudur; ama Müslümanın hedefinde günahkar değil günahlar vardır ve bir Müslüman insana insan olduğu için değer verir.

Merhum Aliya İzzetbegoviç bu durumu çok güzel ifade etmiştir:

“Malcolm X, İslam aleminde herhangi bir ırkçı duygunun bulunmayışını nükteli bir şekilde “renk körlüğü” olarak tanımlar. Müslümanlar rengi değil, insanı görürler.”