Siyasette umulmadık gelişmelere hazırlıklı olmak önemlidir; ama asıl olan siyasi vizyonun gelişmelere değil de uzun vadeli planlara bağlı olmasıdır.

İçinde bulunduğumuz siyasi ortam bir süredir ilkesiz, vizyonsuz ve plansız bir şekilde devam ediyor.

Farklı kesimlere ulaşabilmek için dünya görüşünü ve asıl mesajlarını gizleme çabasına giren siyasi hareketler bir süre sonra tümüyle pragmatizme kaymakta ve kadrolardan çok kişilerin kazanmasına odaklanılmaktadır.

“Ne olursa olsun kazanma” mantığı da savrulmalara, ilkesizliğe yol açıyor. 

14 Mayıs seçimleri üzerinden konuyu somutlaştırmaya çalışalım…

Seçimlere 4 aday girmesine rağmen aslında yarış iki isim arasında geçti.

Erdoğan, stratejisini “yaptıkları ve yapacakları” üzerine kurmaya gayret etti.

Büyük inşaat projeleri, Savunma sanayii, Togg ve diğerleri…

“Büyük Türkiye yüzyılı” sloganıyla dünya siyasetinde de hedefleri olduğunu yüksek sesle dile getirdi.

Ekonomik kriz ve çalışanların enflasyon karşısında eriyen ücretleri için beklentilerin üzerinde adımlar attı.

Çözülmesi zor gibi gözüken EYT meselesinde bile muhataplar memnun edildi.

Petrolden, doğalgazdan müjdeler verdi, halkın tümüne yansıyacak “sıfır fatura” uygulamalarını hayata geçirdi.

Erdoğan, “yaptım, yapıyorum ve yapabilirim” mesajını vermeye gayret etti.

Kılıçdaroğlu’nun ise stratejisi farklıydı.

Kendisi, çalışan ve emekli ücretleri konusunda yüksek rakamlar telaffuz ederken partisinin ağır topları tüm vatandaşlara altın dağıtmaktan söz etti.

Ekonominin kötü yönetildiğinden ve hazinede para olmadığından söz ederken verilen vaatler için gösterilen kaynakların inandırıcılığında sorun vardı ve Kılıçdaroğlu bunu aşamadı.

Bir taraftan milliyetçi bir dil kullandı, diğer taraftan PKK’ye yakın çevrelere sıcak mesajlar verdi.

HÜDA PAR’ı da arada bir hedef alarak toplumdaki “HDP ile ittifak yapıyorlar” algısını geriletmeyi hedeflemişlerdi.

Seccadeye basmak gibi küçük kazalar da yaşandı; ama Kılıçdaroğlu neticede masa ortaklarına da kalp işareti yapmayı öğretti.

Seçim sonuçları Erdoğan’a yakın kesimlerde buruk bir sevinç oluştururken, Kılıçdaroğlu ve çevresi hayal kırıklığına uğradı.

Ekonomik krizi, depremleri göz önünde bulundurmuşlar, oluşturdukları “çok ayaklı masa”dan dolayı da büyük bir umuda kapılmışlardı.

Amerikan ve Avrupa medyası kendilerini destekliyordu.

Ama sonuçta Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında 2,5 milyon oy farkı vardı ve Erdoğan az farkla ilk turda seçilememişti.

Mecliste Cumhur İttifakı çoğunluğu almıştı.

Sonuçlar o kadar şok ediciydi ki ancak üç gün sonra kendilerine gelebildi masa ortakları.

Yeni taktikleri ise “rakiplerinden aşırma” gibi duruyordu.

“Demirtaş’a özgürlük” sloganı birkaç günlüğüne rafa kalktı, keskin bir milliyetçi ve mülteci düşmanı dil devreye girdi.

İlk turda Erdoğan her yerde masanın 7. Ortağı olarak PKK ismini zikrettiği için 28 Mayıs’a doğru Kılıçdaroğlu ve ortaklarının öncelikli hedefi HÜDA PAR oldu.

Yani yeni bir şey geliştirmek yerine “Erdoğan’dan rol çalma”, aynı taktiği kullanarak “sonuca gitmeye çalışma” yolunu benimsediler.

HÜDA PAR ve HDP karşılaştırması yapmak yerine bilinçli olarak HÜDA PAR ile PKK karşılaştırması yaptılar, bilinçaltını etkilemeye çalıştılar.

HÜDA PAR programında yer alan “oluşturulacak bir fon ile devletin ‘kimsesiz kadınları sahiplenmesi’ gerektiği” kısmı çarpıtılarak kamuoyuna sunuldu.

Masa ortaklarından özellikle Kılıçdaroğlu ve Akşener başta olmak üzere, sanatçı kılıklı cühela takımından okuma özürlü gazetecilere kadar birçok kişi bu çarpıtmanın üzerinde tepindi ve inançlı insanlara hakaretler savurdu.

HÜDA PAR’ın iftira ve ithamlar karşısında sakin duruşu, her şartta kendini anlatma gayreti öyle görünüyor ki, masanın şirazesinin iyice kaymasına yol açacak.

Erdoğan’ın PKK üzerinden Millet İttifakını hedef alması kendisine puan kazandırdı; ama Kılıçdaroğlu ve Akşener’in HÜDA PAR’ı hedef alması kendilerine kazandırmayacak.

Ve bu seçimler belki de tarihe HÜDA PAR’ın “medeniyet projesinin” rakipleri eliyle kamuoyuna ulaştırıldığı seçimler olarak geçecek.