Depremler yaşandı, yıkımlar ve on binleri bulan can kayıpları…

Meskenlerle beraber gelecek hayalleri de yıkıldı, saatler birbirini kovalarken umutlar kimi zaman tükenmeye yüz tuttu.

Çocuklar, gençler enkaz altında can verdi, ama yaşlı ve hasta birçok kişi günler sonra sağ çıkarıldı.

“Adı konulmuş bir ecel” vardı ve biz meseleye sebepler dünyasında bakmaya devam ettik.

Musibet büyüktü.

Her kesini, her şeyini kaybetmiş insanların yüreğini teskin edecek kelimeleri bulmak çok zor elbette. Kaldı ki, kendi kalbini onaramayanların başka kırık kalpler için söyleyecek sözleri olabilir mi?

Dualara sığınmak, terki dünya eyleyenlere rahmet, kalanlara sabırlar dilemek…

Sözcükleri seçerken dudak ucuyla değil, yürek fırınında pişirdikten sonra dökmek…

Evet, musibet büyüktü ve yapılabilecek en iyi şey yara sarmak, yaraların sarılmasına yardımcı olmaktı.

Ama bir de fark ettik ki, bir musibet yaşanmış ve bir musibet de yaşanmaktadır.

Rahmet sözcüklerine, Allah’ın yüceltilmesine tepki göstermek depremden daha küçük bir musibet midir?

Yara sarmak için çaba harcamak yerine isim kavgası yapmanın, enkaz başlarında artistik pozlar vermenin küçük bir musibet olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Birileri canla başla uğraşırken “kayıkçı kavgası” yapmak gibi bir musibete de şahit olduk maalesef.

Feryatlar dalga dalga tüm coğrafyayı sararken insani değerlerin ortaya çıkmaması için tüm yolları kapatıp birkaç kuruş kazanmanın derdine düşmek küçük bir musibet midir?

Her deprem büyük kıyamet depreminin habercisidir ve hem dünyanın kimseye kalmadığını gösterir hem de geride kalanlara tevbe ve istiğfar imkânlarını tanıdığı için fırsat kapıları açar. Ama ölümün bu kadar yakından geçtiği bir dönemde bile tevbe ve istiğfardan söz etmek birilerinin zoruna gidiyorsa bu zihniyetin yaygınlık kazanması büyük bir musibettir.

Rahmet dolması gereken yüreklerin nefretle dolup taşması az bir musibet midir?

Musibetleri küçülten ve dayanılır kılan şeyler yardım, paylaşmak ve sabırdır.

Kelimelere dökmek zordur; ama başka yol yok!

Yaşananların imtihan dünyasındaki süreçlerden biri olduğunun farkına varmak ve sabırla zamanın yaraları sarmasını beklemek…

Rabbimiz şöyle buyurdu:

“De ki: 'Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.”

İmam Gazali sabrın birkaç çeşidi olduğunu söyler:

“Allah'ın emirlerine uymakta sabretmek (sebat), Allah'ın yasaklarından uzak durmada sabretmek (direnmek), musibete, bilhassa ilk şok anının sarsıntısına karşı sabretmek (katlanmak)”

Şunu belirtmeden geçmeyelim.

Musibete sabretmek, maddi ve siyasi çıkarları için şehirlerin viran olmasına göz yumanları görmezden gelmek değildir. Usulsüzlüklerle, hukuksuzluklarla, ihmallerle “kitle katliamlarına” sebep olanları göz ardı etmek de değildir.

Ama şu çok önemlidir ki, sabır, Allah’a güvenmektir.

Allah’a güvenmek ise bu dünyada olmazsa da ahirette yapılan her iyi ve kötü işin karşılığının mutlaka görüleceğine inanmaktır.

Ve asıl musibet ahiretten söz edenlere karşı nefret dolu olmaktır.