Katar’da düzenlenen 2022 Dünya kupasında Fas futbol takımının ardı ardına İspanya ve Portekiz’i elemesi büyük yankı uyandırdı. İki ülkenin de sömürgeci geçmişleriyle biliniyor olması Batı’nın dışındaki tüm dünyada sonuçların ilgiyle takip edilmesine neden oldu.

Özellikle Fas takımı futbolcularının maçtan sonra secdeye gitmesi ve Filistin bayrağı açması futbola ilgisiz kesimlerin bile dikkatini çekti.

İlginç tepkiler de vardı.

Bir Alman medya kuruluşu, Fas’ın Portekiz’i elemesi sonrası rahatsızlığını açığa vurdu. Galibiyet sonrası Filistin bayrağı açan Fas takımı oyuncularını hedef gösteren gazete, futbolcuları “antisemitizmle” suçladı.

Evet, yanlış okumadınız!

Antisemitizm kavramı, Yahudi düşmanlığı, Yahudi dinine, ırkına karşı duyulan düşmanlık olarak tarif edilir.

Peki, Filistin bayrağı açmak neden Yahudi dinine, ırkına bir düşmanlık olsun?

Toprakları işgal edilen Filistin ve BM kararlarıyla “işgalci” olarak kabul edilen işgalci bir çete var.

Her gün katliama uğrayan, evleri gasp edilen, temel insani ihtiyaçlardan mahrum bırakılan bir Filistin var ve insani hiçbir değere sahip olmayan, dini mekanlara karşı saygısız ve saldırgan bir politika izleyen işgal çetesi var.

İnsan olan, insani değerlerini kaybetmemiş olan kimseler bu işgali, uygulanan zulümleri reddeder. Nitekim İrlanda’dan İskoçya’ya, Venezuela’dan Arjantin’e insani değerleri kaybetmemiş olan insanlar, bu zulüm ve işgali reddediyor; ama hakim Batı paradigması, sermaye ve medya gücüyle “insanların” seslerinin yükselmesini ve duyulmasını engelliyor.

Aslında geçmişten günümüze keskin kırılmalar yaşasa da Batı düşüncesinde formel anlamda pek bir değişim yok!

Thomas Bauer, bunu “Tekdüzeleşme” ya da “Müphem kaybı” olarak tanımlıyor.

“Dünyanın Tekdüzeleşmesi” isimli eserinde şu ilginç tespitleri yapıyor:

“Asya'nın batı ucu olarak, Avrupa nispeten izoledir ve bu nedenle örneğin Orta Doğu'dan daha az göçmen çekmiştir. Neticede, Hristiyanlaşmanın ardından gelen dini homojenleşme, dünyanın başka hiçbir yerinde dini bir birliğin bu kadar hakim olmadığı anlamına da geliyordu. Hristiyan olmayan diğer din mensuplarının [Avrupa'ya] yerleşmelerine izin verilmedi. Buraya genellikle isteksizce ve çoğu zaman zulme uğramış bir şekilde sadece Yahudilerin yerleşmesine izin verildi. Avrupa'da İslam'ın varlığı, askeri olarak ilk fırsat anında hızla ortadan kaldırıldı. 16. Yüzyılda Hristiyan mezheplerinin varlığı ortaya çıkmaya ve gelişmeye başlayınca, Sünniler ve Şiiler arasındaki tüm ihtilaflara ve geçici düşmanlığa rağmen İslam tarihinde hiç görülmemiş savaşlar, Batı'da patlak verdi.”

Bauer, ‘1960'lardan itibaren insanların farklı yeme alışkanlıklarına ve hatta bazen farklı (ama çok da farklı olmayan) bir dine sahip olan "misafir işçilerin" akınıyla şehirlerimizin çok kültürlü şehirlere dönüştüğüne inanmaya’ başladıklarını belirttikten sonra “diğer dünya”nın hiç de Batı gibi “tekdüze olmadığını” belirtir:

“Gerçek anlamda çok kültürlülük ise modern öncesi dönemde, Batı Afrika'dan Mısır, Orta Doğu, Orta ve Güney Asya üzerinden Çin ve Endonezya'ya uzanan ticaret yollarında hakim olmuştur. Marakeş'ten Kahire'ye, Tebriz'den Mumbay'a, Buhara'dan Şian'a ve Açe'ye kadar, tüm bu şehirlerde birçok farklı dinin ibadethaneleri vardı, insanlar farklı şekillerde giyinmişlerdi ve sokaklarda sayısız dil işitilebiliyordu ve bütün bunlar herkesçe normal ve doğal karşılanıyordu.”

Modern dönemde ideolojik çekişmeler ve sömürge paylaşımından dolayı 75 milyon insanın ölümüne neden olan Batı, özgürlüklerden söz ediyordu; ama aslında düşünceden sanata, beslenmeden giyime kadar sınırları özenle çizilmiş yeni ve kimliksizleştirilmiş, kişiliksizleştirilmiş bir dünya dayatıyordu.

Kendi işlediği Holocoust (soykırım) günahının altından kalkmak ve bunun üzerinden bir ideoloji inşa ederek Ortadoğu’yu dizayn etmek ve bundan sürekli bir rant elde etmek…

Antisemitizm bir suçtur evet; ama “Batı’nın dayattığı Semitizm”, işgali, katliamı ve sömürmeyi meşrulaştıran, farklı düşünmeyi ve tavır almayı ortadan kaldıran klasik “Tekdüze” bir dünya görüşünden başka bir şey değildir.

Bazı Müslümanların son yıllardaki “öngörülemeyen” ve “vasat gelenek” içerisinde bir karşılığı olmayan davranışları, Batı’nın tuzağına düşmek ve “tekdüze mantık” karşısında benzer tepkisel davranışlar sergilemekten ibarettir.

Bauer’in kitabına takdim yazan Prof. Tahsin Görgün Hoca, “aslında ne olması gerektiği” konusunda şu güzel ifadeleri kullanmış:

“Hakikate inanmak ve ona uygun yaşamanın gerekli olduğunu savunmak ile kararları ve eylemlerinde hata yapabileceğini kabul etmek Müslümanların hayatında birbiri ile çelişen şeyler değildir. İnsanların bilgileri ve bu bilgilerine dayanarak verdikleri hükümlerin, yanılabilir bir varlık tarafından gerçekleştirilen bir eylem olduğunun farkında olunduğunda, insanların başka insanları makul bir gerekçe olmaksızın mahkum etme veya onlar hakkında ve onların yerine karar verme yetkisine sahip olmadığı; herkesin kendi hayatı ile ilgili nihai sorumluluğu kendisinin taşıdığı ve kimsenin kimseden bu sorumluluğu alamayacağı da bilinir.”