Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin Katar’da FIFA Dünya Kupası’nın açılış töreninde planlı bir şekilde karşılaşıp el sıkışması birçok ülkede dikkatle takip edildi.

Daha önceleri “Görüşmem” diyen ve Sisi olduğu için yemeğe dahi katılmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “devlet kararı” olduğu anlaşılan “yeni bölgesel politika” gereği adımlar atması zaten bekleniyordu. Suudi ve BAE ile geliştirilen ilişkiler, kapatılan “Cemal Kaşıkçı dosyası” körfezle ticari anlamda adımlar atılmasını sağlamış ve Katar ile beraber diğer Körfez sermayesi için de yol açılmıştı.

Aslında bunun sinyalleri de önceden verildi.

Dışişleri seviyesinde bir süredir görüşmeler devam ediyordu.

Türkiye ve Mısır’ın ilişkilerin düzelmesinden farklı beklentileri vardı ve ilk temaslar sonrası iki taraf da memnun görünmüyordu.

Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, Ekim ayında yaptığı bir açıklamada, “Türkiye ile müzakerelerin seyri, Ankara’nın uygulamalarında herhangi bir değişiklik olmadığı için yeniden başlatılmadı” dedi.

Soğuk rüzgârlar esti.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile ilgili beklentileri ve Mısır-Yunanistan yakınlaşmasını bitirme çabaları Mısır tarafında iyi karşılanmadı. Oysa Türkiye, Mısır Hükümetinin talepleri doğrultusunda İstanbul’da yayın yapan kimi medya organlarının faaliyetlerini durdurmuş, kimine kısıtlamalar getirmişti.

Ama soğukluk devam etti.

İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sisi ile vereceği fotoğrafın ilişkilere ivme kazandıracağını bilerek Katar’da o adımı attı.

Nitekim dönüşte gazetecilere şunları söyledi:

“Yeniden niye olmasın, yeniden niye başlamasın? Bunların sinyalini verdik. İnşallah fevkalade bir hal olmadıktan sonra bu adımı hayırlısıyla atarız. Bizim tabii kendilerinden tek isteğimiz; bu görüşmelerle birlikte, bize karşı Akdeniz’de tavır içinde olanlara yönelik burada biz barışı ikame edelim, onunla beraber yolumuza inşallah devam edelim.”

Erdoğan, açıkça Doğu Akdeniz konusundaki beklentisini ifade ederek yeni süreçten beklentisinin ne olduğunu ortaya koydu.

Mısır basınının bazı isimleri de konuyu değerlendirirken, ‘iki liderin el sıkışmasının tesadüf olmadığını ve özellikle Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde düzenlenen el-Ula Zirvesi sırasında Körfez ülkelerinin Doha ile uzlaşmasıyla Mısır-Katar ilişkilerinin iyileşmesinden sonra Katar’ın son zamanlarda Kahire ile Ankara arasındaki ilişkileri yumuşatmaya’ çalıştığını söyledi.

Erdoğan’ın gerek Körfez ile gerek Siyonist işgal rejimi ile gerekse de Mısır ile attığı adımların “Ulusal çıkarların öncelenmesi” şeklinde ifadesini bulan “devlet politikasının” bir sonucu olduğu unutulmamalı. Kimi muhalefet çevrelerinin ilişkilerin bozuk olmasını eleştirdikleri gibi düzelmesini de eleştirmelerinin “her şartta muhalefet etme” mantığından kaynaklandığı için çok da önemsenmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama iktidar çevresinden bazı isimlerin yaşananların seçimler ile, devlet politikası ile, politik manevra ile olan bağı ortada iken farklı yollara saptığına şahit olduk. Darbeci bir diktatör olan Sisi yönetiminde zindanların mazlum Müslümanlar ile dolu olduğu, ülke ekonomisinin kötü durumda olduğu, işkence ve infazların had safhada olduğu bir dönemde “bölgesel kimi sorunlardan dolayı Türkiye böyle adımlar atmak zorundaydı” demek yerine “İhvan’ı suçlama” noktasına kadar gitmenin izah edilecek bir tarafı yoktur.

İşgal, ilhak ve katliamların zirveye çıkması ihtimalinin ortaya çıktığı ve bölgeyi yeni çatışmaların beklediği “Netanyahu hükümeti” ile Erdoğan Hükümetinin nasıl bir ilişki geliştireceği ve bu arada Kudüs hassasiyetinin nasıl ortaya konacağı bir soru işareti olarak önümüzde durmaktadır.

İçeride milyonlarca mülteciye, Suriye’de kontrol edilen bölgelere ve kontrol noktalarına rağmen Esad ile nasıl bir ilişki geliştirileceği de merak konusu olmaya devam ediyor.

Rusya’nın telkin ve teşviklerine iki taraf da cevap vermiş olmalı ki, Suriye hava sahası PKK bombardımanı için Türkiye’ye açıldı. Amerika’nın bölgedeki varlığı Türkiye ve Suriye hükümetlerinin PKK’ye karşı ortak büyük bir kara harekâtı gerçekleştirmesini şimdilik mümkün kılmıyor; ama PKK’nin zayıflaması ve kullanışlı bir aparat olmaktan çıkması durumunda zaten Amerika bölgeyi terk etmek zorunda kalacaktır.

Türkiye, BAE ile Libya konusunda halen aynı yerde değil, Suudi ile Suriye konusunda aynı yerde değil, çünkü Suudi’ye yakın bazı grupların SDG çatısı altında bulunduğu biliniyor.

Herkes birbirine gülücük fırlatıyor ve iyi dilekler sunuyor; ama bu “maskeli balo”nun da bir ömrü olduğu kesin.

Türkiye’den Mısır’a gönderilenlerden bir daha haber alınamadığı gibi Suriye’ye gönderilenlerin bir kısmından da bir daha haber alınamayacaktır. BAAS’ın bu konularda nasıl kirli bir sicile sahip olduğunu herkes biliyor.

Bazı çevrelerin seçime doğru gidilerken “Erdoğan giderse” diye başlayan karanlık bir tablo canlandırma çabalarının da mevcut durumda içinin iyice boşaldığını söylemek lazım.