Rusya tarafından Ukrayna’nın başkentine atılan füzeler savaşın seyrine dair yeni değerlendirmelerin yapılmasına neden oldu.

Ukrayna’nın ilerleyişine karşı Rusya yeni stratejiye mi geçiyordu?

Putin’in açıklaması ilginçti: “Ukrayna Kırım'da terör saldırısı düzenledi, biz de uzun menzilli füzelerle yanıt verdik.”

Seferberlik sonrası ordudaki hareketlenmeler ve görevden almalar aslında Moskova’nın bir şeyler yapacağını gösteriyordu; ama beklenti ilk hamle olarak Ukrayna’nın ilerleyişinin durdurulması ve daha ağır silahların devreye konması şeklindeydi.

Hatta işgal edilen bölgelerde yapılan referandum sonrası “ilhak kararının” verilmesi, Rusya’nın savaşın başındaki “Zelensky’nin devrilmesi” gibi birçok hedefinden uzaklaşacağı ve ele geçirdiği yerlerin savunmasına ağırlık verebileceği iddia ediliyordu.

Ama Kırım/Kerç köprüsündeki patlamalar tüm hesapların değişmesine neden oldu.

Böyle bir saldırı Ukrayna ordusu ya da istihbaratının tek başına altından kalkabileceği bir operasyon değildi.

Öyle görünüyor ki, ABD ve İngiltere gibi ülkeler, Ukrayna’ya, Rus hava kuvvetlerini oldukça zorda bırakmaya başlayan silahlar verdikleri gibi istihbarat desteğini de üst seviyeye çıkarmışlar.

Rusya’nın tehditlerinin oluşturduğu şok, etkisini kaybetmiş gibi görünüyor.

ABD ve AB, küresel mekanizmaları devreye koyup Rusya’yı hem siyasi hem ekonomik hem de kültürel olarak tecrit etmeye çalışıyorlar.

AB’nin büyük bir tedirginlik yaşadığı enerji krizi sonrası Rusya’nın istekleri doğrultusunda OPEC’in aldığı “petrolü kısma kararı” da Amerikan yönetimini ciddi biçimde rahatsız ediyor.

Amerikan yönetimini rahatsız eden şeylerden biri de gerek Rusya-Ukrayna görüşmelerinde, gerekse “tahıl koridoru” meselesinde Türkiye’nin oynadığı roldü.

Ege adalarına yığılan silahlar NATO ittifakının hedefleriyle bağdaşmıyor ve zaten Amerika da asıl önemli olanın “çıkarları” olduğunu açıklamakta bir beis görmüyor.

Yunanistan’a ait S-300’lerin F-16’lara kilitlenmesi konusunda bir eleştiri açıklaması yapmayan Amerika, Türkiye’ye vermesi gereken uçakların PKK ve Yunanistan’a karşı kullanılmaması şartını kabul ettirmeye çalışıyor.

Yani Amerika kendi gündemi doğrultusunda adımlar atıyor ve kendi literatürünü dayatıyor.

Bu aslında gücü elinde bulunduran ülkelerin genel karakteristik özelliğidir.

Yazının başında Putin’in açıklamasını almıştık.

Kendi işgal, ilhak ve sivil alanları bombalama eylemleri konusunda bir özeleştiri yapmayan Rusya, Ukrayna’nın bir karşı operasyonu için “terör saldırısı” diyebiliyor.

Suriye’de zalim bir diktatöre karşı çıkan halka “terörist” diyerek saldıran ve mazlum halk üzerinde silah testleri gerçekleştirdiğini söylemekten çekinmeyen Rusya’nın, işgal ettiği, ilhak ettiği Kırım gibi yerlerde stratejik önemdeki bir yere karşı girişilen operasyon için “terörist saldırı” demesinin elbette şaşırtıcı bir tarafı yoktur.

Emperyalist kendi söylem ve tanımlarını dayatmaktadır.

Tıpkı Amerika’nın, Filistin topraklarını işgal ve ilhak eden işgalci teröristin her türlü insanlık dışı uygulamasına destek verirken, işgalci vahşete direnen insanlara “terörist” demesi gibi…

İğrenç bir tiyatro var oynanan ve maalesef aynı oyun son elli yıldır defalarca sahnelenmiştir.

Ebu Gureyb’i, Guantanamo’yu, Suriye ve Mısır zindanlarını işletenler, insanlık dışı işkencelere imza atanlar, bir de bakıyorsun ki, insan hakları raporları hazırlıyor, terör listeleri oluşturuyorlar.

İran’da bir kadının şaibeli ölümü üzerinden dünyayı ayağa kaldıranlar, gazeteci Şirin Ebu Akile’nin görevini yaparken, hedef gözetilerek öldürülmesi konusunda nedense ciddi bir adım atmıyorlar.

Aslında sadece çıkarları zedelendiğinde sesleri çıkıyor, yoksa insan hakları umurlarında değil.

Bir tarafa göre Ukraynalılar “vatansever kahramanlar” iken diğer tarafa göre ise “terörist” oluyorlar.

Birileri işgal ederken diğerleri ortaya çıkan durumdan siyasi ve ekonomik rant elde ediyor.

Ve bizler de bu iğrenç tiyatro karşısında yer yer duygularımıza kapılıyor ve oyuncuların bir kısmına haksızlık yapıldığını düşünebiliyoruz.