Aleksandr Dugin’in Avrasyacılık düşüncesi kendi iddiasına göre küresel çapta “karanın denize” ya da Avrasya’nın Atlantik’e karşı var olma mücadelesi ise de satır aralarında Rusya’nın güvenliği, refahı ve dünya hakimiyeti öngörülmektedir.

Yani Rusya merkezli bir karşı duruş, Rusya merkezli eksen oluşturma ve ittifak arayışları var.

Rus devlet politikasının Ukrayna’ya bakışı sanki daha 2000’li yıllarda Dugin tarafından belirlenmiştir:

 “Ukrayna bir devlet olarak herhangi bir jeopolitik anlamı haiz değildir; ne evrensel düzeyde özel kültürel değeri, ne coğrafi eşsizliği, ne de etnik özgünlüğü vardır. Tarihi anlamını, “Ukrayna” ismiyle, yani “kenar bölge” (okraina) , “hudut toprakları” olarak adlandırılması betimlemektedir.”

Nitekim Ukrayna savaşı başladıktan sonra Putin’in açıklamaları da bu yönde idi. Ukrayna’nın tarihsel olarak Rus toprağı olduğunu ve Bolşevikler tarafından Rusya’dan koparılarak oluşturulduğunu iddia eden Putin, batının Ukrayna üzerinden Rusya’yı sıkıştırmak istediğini iddia etti.

Dugin, Ukrayna’daki Kırım ve Rus nüfusunu da öne sürerek farklı çözüm çıkış yolu gösteriyor:

“Üniter Ukrayna'nın daha fazla yaşamını sürdürmesine izin verilemez. Bu ülke, jeopolitik ve etnik-kültürel gerçekliklerin çeşitliliğine uygun surette birkaç kuşağa bölünmelidir.”

Avrasya’cılığın Rus ve Slavlık üzerinden şekillenmesinin önemini anlatan Dugin, ayrıca Ortodoksluğun da bu konuda önemli birleştirici bir unsur olduğunu iddia ediyor. Hatta daha da ileri giderek balkanlardaki Slav ve Ortodoks unsurların bir araya gelerek Avrasya’nın önemli bir kolunu oluşturabileceklerini söylüyor:

“Romanya, Moldova ve Merkezi Ukrayna'dan Ortodoks halklarla iskan edilmiş kesintisiz bir kuşak geçmektedir. Rusya topraklarını Sırbistan'la birleştiren bu kuşak, Avrasya'nın Balkanlardaki ileri karakoludur. Tüm bu bölgeyi tek bir stratejik ve kültürel alana, fiilen bir ülkeye dönüştürmek, Avrasya'nın menfaati icabıdır.”

Dugin, “deniz ve kara” arasındaki karşıtlıktan yola çıkarak küresel bir projeden söz etmekte ve aynı hedefe yönelebilecek eksenler için sınırlar belirlemektedir. Bu noktada artık “Rus, Ortodoks ve slav” sınırlarından çıkıp iç ve uzak Asya’ya yönelik hesaplar yapmaktadır.

Batı Ekseni: Moskova-Berlin ki, bu denizden uzak olan Avrupa imparatorluğu ve Avrasya birlikteliğini oluşturmaktadır.

Moskova-Tokyo Ekseni: Dugin bunu Pan-Asya Projesi olarak isimlendiriyor ki bunun en önemli ortağı Hindistan olarak görünüyor. Dugin’e göre “Pan-Asya projesi, Yeni imparatorluğun doğu eğiliminin can damarıdır. Japonya ile ittifak hayati derecede gereklidir. Moskova-Tokyo ekseni, Moskova-Pekin eksenine rağmen öncelikli ve gelecek vadeden, nihayet Avrasya'yı jeopolitik açıdan yetkin kılan, Batının Atlantikçi imparatorluğunu ise azami derecede zayıf düşüren ve nihai olarak yok eden kıtasal imparatorluk kuruculuğuna ufuklar açmaktadır.”

Moskova-Tahran Ekseni: Orta Asya imparatorluğu ki, bu da Pan-Arap Projesi ile hayatiyet bulabilir. Dugin’e göre İslam dünyası oldukça dağınıktır. Laik Türkiye Cumhuriyeti Atlantikçi bir tutum sergilemektedir. Bunun yanı sıra selefe-vehhabi Suudi krallığı da aynı çizgidedir. Bunların dışında kalan Atlantik karşıtı İran ve sol düşünceye yakın olan Araplarla güçlü bir eksen oluşturulabilir.

Fark edileceği gibi Aleksandr Dugin’in Avrasyacılık düşüncesi her ne kadar Atlantikçiliğin “kaos, sömürü ve işgal”e dayanan politikasını iyi resmediyorsa da neticede Rus ve Slav merkezli bir düşüncedir. Söz ettiği eksenler de nihayetinde Rus hayallerinin gerçekleşmesi için olması gerekenler olarak düşünülür.

Dugin, İslam Dünyasındaki fikri hareketler ve akımlar üzerinden de ittifaklar geliştirilebileceğini söylerken “paydaşlığa varan” ortaklıklardan söz etmesine rağmen satır aralarında sadece “stepne olarak” kullanma mantığını okumak zor değildir.

İslam Dünyasının sorunu ise kendi potansiyelinin farkına varamayıp iki eksenden birine (Atlantik-Avrasya) kendini mecbur hissetmesidir. Ulus devletçi, etnik ya da mezhebi saiklerle kendi varlığını bölgenin ve İslam Dünyasının temel sorunu olarak görmenin şimdiye kadar küresel çatışmalarda sadece kuyruk olma sonucunu getirdiği ortadadır. Irkçı ve asimilasyoncu politikaları terk edip coğrafyanın sömürülmesine ve işgallere zemin hazırlamamak, farklı ajandalar oluşturmadan dürüstçe ittifaklara girmek ve potansiyelinin farkına varmak elzemdir.

İslam dünyasının birliği, imparatorluk hevesleriyle haritalar değiştirmeyi değil, işgal ve yıkımlara karşı caydırıcı bir güç haline gelmeyi, sömürülen halklara adalet getirmeyi ve umut olmayı sağlamalıdır.

 Ve bu birlik farklılıkları ortadan kaldırmaya değil farklılıklarla beraber itidal ve güven içinde yaşamayı beraberinde getirmelidir.