Türkiye’de hükümete yakın bir televizyon kanalında yayınlanan bir dizide Irak Kürdistan hükümetinin aşağılanması, “devlet siyasetinin yansıması” olarak görülüp eleştirilere neden oldu.
Dizide yasadışı yollardan Irak Kürdistan bölgesine giren ve kendisini yasalarla kısıtlamayan bir “derin devlet” görevlisinin yakalanması sonrası yargılandığı mahkemede sarf ettiği sözler ırkçı zihin yapısının düşman seçerken bile ne kadar ilkesiz ve gaddar olduğunu gözler önüne seriyor:
“Kerkük ve Musul bizimdir. Erbil’deki en büyük caddenin ismi Muzafferidun Gökbörü caddesidir. Bugün bu ismi silersiniz belki ama tarihi silemezsiniz. Kerkük Türklerini söküp atamazsınız. 2 Türk bir araya geldiğinde devlet kurar siz ise misyonunuz bittiğinde çöp gibi atılacak olan birer piyonsunuz. Bunlar olmazsa sizler de olmazsınız. (Amerikalılar) bir gün gidecekler. İşte o zaman siz de hesap vereceksiniz. Türkmenler, Süryaniler, Şiiler hepsi teker teker sizden hesap soracak. Amerikalılar sizi ortada bıraktıktan sonra nereye kaçacaksınız?”
Önce şöyle bir soru soralım:
Aynı ekip mesela Yunanistan ve Bulgaristan ile ilgili bir dizi çekip şunları söyletebilir mi?
“Buralar bizimdir, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev bile vardır. Batı Trakya Türklerinin varlığını inkar edemezsiniz. Amerikalılar olmazsa 2 günde yerle bir olursunuz. Türkler, Arnavutlar ve Makedonlar sizden hesap soracak. Amerikalılar gittikten sonra ne yapacaksınız!”
Ya da benzer ifadeleri Suriye, Mısır, Suudi ve diğer bir dönem Osmanlı idaresinde kalmış ülkeler için kullanabilir mi?
Peki ya Yunan medyası ve siyasetçileri, İstanbul’dan, Ayasofya’dan söz ettiğinde, hayallerini paylaştığında neden öfkeleniyorsunuz?
İkide bir resmi ağızlardan “kimsenin toprağında gözümüz yok” derken aslında “Şimdilerde imkanımız yok, fırsat ve imkan bulduğumuzda başkasının toprağında gözümüz olacak” mı demek istiyorsunuz?
Tabii bir de işin yalan ve iftira boyutu var.
Yukarıdaki sözlere bakan biri Kürdistan Hükümetinin, Türkmenlere, Süryanilere ve Şiilere haksızlıklar ettiğini, aralarında bir çekişme bulunduğunu zannedecekler.
Oysa adı geçen grupların temsilcileri Kürdistan meclisinde vardır.
Hayır, Türkmen kökenli, Süryani Kökenli ya da Arap kökenli olarak değil, Türkmen, Süryani ve Arap olarak vardırlar.
Türkmen milletvekilleri Aydın Maruf ve Muna Kahveci Türkçe yemin etti ve bu meclis kayıtlarına “Bilinmeyen dil” diye girmedi.
TBMM zabıtlarına arada bir Kürtçe’nin “Bilinmeyen dil” diye girdiğini herkes biliyor.
Açık konuşalım, meselenin PKK ile, “terör” ile herhangi bir alakası yok!
Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Kemalist rejim, ister kendi isteğiyle deyin, ister İngilizlere vefa borcunu ödemek için deyin, 12 adayı da, Musul ve Kerkük’ü de masada bıraktı. Bazılarının iddia ettiği gibi meselenin Şeyh Said kıyamı ile de bir alakası yok! Merak edenler “İnönü’nün Hatıraları”na bakıp tarihleri karşılaştırsın.
Osmanlı sonrası kurulan tekçi, asimilasyoncu, ötekileştirici rejimin sesi yeniden duyulmaya başlandı.
Yeniden inkar, yeniden nefret dili…
Oysa 10 sene önce hava azıcık değişir gibi olmuştu.
Kasım 2013’te Erdoğan, meclis kürsüsünde MHP ve CHP’yi eleştirerek şunları söylüyordu:
"Osmanlı'ya gittikleri zaman doğu, güneydoğunun, Kürdistan eyaleti olduğunu görecekler. Doğu Karadeniz'in Laziztan eyaleti olduğunu görecekler. Bunlar bizim tarihimizin, bize devrettiği mirastır. Bunları görmezlikten gelemezsiniz."
Mevcut siyasete, yükselen ırkçı dile yine Erdoğan cevap versin.
Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan 2013’teki o konuşmasında şu ifadeleri de kullanıyordu:
“Korkuyla büyük devlet olunmaz. Kelimelerden, kavramlardan korkanlar, kendi icat ettiği tabulardan, kendi imal ettiği kabuslardan korkanlar, büyük devlet inşaa edemezler. Küçük düşünerek büyük işler yapılmaz.”