Rusya’nın Ukrayna’yı işgal operasyonu çok hızlı başladı; ama kısa sürede kolay bitmeyeceği görüldü.

Ukrayna ordusu, Avrupa’nın kâbusu olan Rus gücüne karşı umulmadık bir direniş sergiliyor.

Rusya, kayıplarının artması, ilerleyişinin durması ve küresel ambargoların devreye girmesiyle gittikçe öfkeleniyor ve daha agresif tavırlar sergiliyor.

Ortadoğu halkları alışkın, fırınların önünde ekmek bekleyen insanların Rus uçakları tarafından bombalanmasına; ama Ukrayna’da bir hastanenin vurulması Avrupalıları dehşete düşürebiliyor.

Batı durmadan “yaptırım” diyor, Rusya da elindeki enerji kozlarını sürüyor sahaya.

Bir de Rusya tarafında “Nükleer kullanmaktan” söz edenler var ki, bu korkuları artırıyor.

 Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı ve eski başbakan Dmitry Medvedev, şunları söyledi:

“Nükleer silahlara başvurulmasını öngören konseptimiz Devlet Başkanlığı kararnamesi ile onaylanarak belirtilmiştir. Bu, ülkemizin bağımsızlığını, egemenliğini savunma kararlılığımızı, herhangi bir tehdide karşı yanıt vermeye hazır olduğumuz konusunda en ufak bir şüpheye bile izin vermeyeceğimizi gösteren bir konsepttir.”

Avrupa dilini yuttu, dünya tedirgin oldu.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, "Hiçbir şey nükleer silah kullanımını haklı çıkaramaz" açıklamasını yaparken, Beyaz Saray sözcüsü Jen Psaki, “Rusya ve ABD uzun zamandır nükleer kullanımın yıkıcı sonuçları olacağı konusunda hemfikirdiler” dedi.

Sahi nükleer kullanılmayacaksa bu kadar ülke neden bu silaha sahip olmak istiyor?

İran’ın nükleer programına karşı çıkan ülkelerin neredeyse tümü nükleer güç durumunda.

Amerika, dünyada tek nükleer silah kullanan ülke olarak “insanlığa karşı suç işlemiş” soykırım yapmış, toprağı ve suyu zehirlemiştir.

Fransa, tüm ısrarlara rağmen, Cezayir’de nükleer deneme yaptığı ve potansiyel kanser oluşturma alanları haline getirdiği yerleri açıklamıyor.

Bir de Siyonist işgal çetesi var tabii…

İşgalci çetenin bir nükleer programa sahip olduğu biliniyordu; ama buna dair net ve resmi bir delil bulunamıyordu. Bu program ilk defa 1986'da bu alanda çalışmış olan teknisyen Mordeçay Vanunu tarafından açıklandı. Vanunu, gizlice çektiği fotoğrafları ve kaçırdığı bilgileri İngiliz Sunday Times gazetesine verdi.

Vanunu'nun açıkladığı bilgiler dehşet vericiydi.

Dünya, işgalci çetenin 1964'den beri 100 ila 200 nükleer başlık üretebilecek kadar plütonyum işlediğini öğrendi. Dimona reaktörünün kapasitesi kurulduğundan beri birkaç kat arttırılmıştı ve işgalci çete, yılda 10-12 nükleer bomba yapabilecek kadar plütonyum işliyordu.

Ne devletler, ne Uluslararası Atom Enerjisi kurumu, ne Yeşil hareketler bu konuda sesini yükseltti ve denetlenmesi konusunda çağrıda bulundu.

İşgalci çetenin terörist başbakanı Golda Meir, 1973 savaşında “Nükleer silah kullanma” seçeneğini de düşündüğünü ima eder hatıralarında.

Tümüyle kuşatma altına alınmış ve konvansiyonel hiçbir silaha erişim imkanı bulamayan Gazze gibi bir yerde bile “yasaklı silahlar” kullanan, işgalci teröristlerin zor duruma düştüğünde nükleer kullanmaktan çekinmeyeceğini aslında herkes biliyor.

Günümüzde miktarı tam olarak bilmese de işgalci çetenin 200'den fazla nükleer savaş başlığına ve termonükleer silahlara sahip olduğu sanılıyor.

Nükleer konuşulduğunda nedense kimsenin aklına Siyonist işgalciden söz etmek gelmiyor.

Her şey ortada; ama nedense kimse “kral çıplak” diyemiyor.

Dünya basınında yer alan bilgilere göre nükleer araştırmaların yürütüldüğü Negev Nükleer Araştırma Merkezi'nde bir plütonyum/trityum üretim reaktörü, kimyasal ayrıştırma tesisleri ve nükleer parça üretim merkezi bulunuyor.

İşgal altındaki toprakların ortasına kurulan Dimona reaktörü 1963'den beri uluslararası denetime tabi olmaksızın plütonyum üretiyor. İşgalci bu konudaki uluslararası anlaşmalara imza atmıyor; ama bu arada hiçbir yaptırımla da karşılaşmıyor.

Rusya’nın açıklamaları üzerine “Nükleer kabus” görmeye başlayanların işgalciyi ve sahip olduğu nükleer potansiyeli görme zamanı gelmeyecek mi?

Dünyanın uyanması için ille de yeni bir Hiroşima’nın ortaya çıkması mı lazım?