Ukrayna üzerinden yine kirli hesaplar gündemde, yine savaş tamtamları çalınıyor.

Özellikle Amerika ve İngiltere’den gelen açıklamalar savaşın önlenmesinden çok savaşa giden zeminin oluşturulmasına hizmet ediyor.

Rusya’nın müdahale etmesi durumunda Ukrayna’nın ancak 72 saat dayanabileceğini söyleyen Amerikan kaynakları, bir taraftan tehditkar bir dil kullanırken, diğer taraftan askeri anlamda müdahil olmayacaklarının sinyallerini veriyorlar.

Çin yönetimi Rusya ile beraber fotoğraf vererek desteğini ilan ediyor.

Ukrayna nispeten daha sakin bir görüntü veriyor, çünkü aklı başında siyasetçiler muhtemel bir savaşta yıkıma uğrayacak olanın Ukrayna olacağını biliyorlar.

Herkesin kafasında aynı soru: Savaş çıkar mı?

Ortada çözülmesi zor bir mesele var.

Bir tarafta Rusya, Amerika’nın kendi sınırına yaptığı askeri yığınakları, üsleri öne sürüp böyle bir tehdidi kabul etmeyeceğini söylüyor, öte taraftan resmi olarak Ukrayna’ya ait olarak kabul edilen toprakları ilhak ediyor.

Ukrayna’nın Rus asıllı vatandaşları tarafından işgal edilen ve merkezi hükümetten koparılan 2 şehrinden değil, yaklaşık yetmiş yıldır Ukrayna’ya bağlı “Özerk bir cumhuriyet” olarak varlığını sürdüren Kırım’dan ve Rusya’nın Kırım konusundaki tutumundan söz etmek istiyorum.

Kırım konusu, Rusya’nın ne yaptığını ve bundan sonra ne yapmak istediğini gösteren önemli bilgiler barındırmaktadır.

1570’te Osmanlı Devletine bağlanan Kırım Hanlığı, büyük çoğunluğu Müslüman Tatarlardan oluşan bir nüfusa sahipti.

  1. yüzyılın sonlarında yaşanan savaşlardan sonra Rusya’nın kontrolüne girdi.

Bu tarihten itibaren defalarca katliam, sürgün ve yıkımlarla yüz yüze geldi Kırım. Müslüman nüfus, ülke nüfusunun yarısının altına düştü.

Rusya’daki Komünist devrimden sonra karışıklıktan faydalanarak Kırım Cumhuriyeti ilan edilmiş; ama çok kısa süre içerisinde Sovyetler Birliği’nin parçası haline getirilmiştir.

Sovyetler Birliği, hakimiyeti altındaki tüm Müslüman topraklarında olduğu gibi Kırım’da da İslami değerlere savaş ilan etmiş, alim ve öncü şahsiyetleri şehid etmiştir.

İkinci Dünya Savaşında Sovyetlerin hakimiyetindeki birçok yer gibi Kırım da Almanların işgaline uğradı.

İşgalin bittiği 1944’ten sonra ise Komünist rejimin Kırım’ın Müslüman halkına karşı soykırıma varan bir sürgün politikası yaşandı. Stalin’in zalim uygulamalarından biri olarak Kırımlı 500 binden fazla insan insanlık dışı şartlarda sürgüne yollanmış, büyük kısmı yollarda olmak üzere, ağır çalışma koşullarından, hastalık ve açlıktan dolayı yarıdan fazlası hayatını kaybetmiştir.

İnsansızlaştırılan Kırım’a Ruslar ve diğer Slav topluluklardan kişiler yerleştirildi, Kırım, Kırımlılara yasaklandı.

Milyonlarca insanın katledildiği Stalin dönemi sürgünlerinin çoğu eskiden yaşadıkları topraklara dönerken Kırımlılara bunun için izin verilmedi.

Komünist rejim, 1967’de katliam ve soykırımdan söz etmeden üstü kapalı olarak “sürgünün haksızca yapıldığını” kabul etti; ama yine de geri dönüşü onaylamadı.

Sovyetler Birliği hükümeti, Müslüman Kırım halkına karşı suç işlendiğini ancak 1987 yılında açıkça kabul etmek zorunda kaldı ki, o tarihte sürgün edilenler ve o sürgünü yaşayanların çocukları Kızıl Meydanda ölümü göze alarak büyük kitlesel gösteriler düzenledi.

Kırımlıların yurtlarına dönmelerine izin verildi.

Dönenler Kırım’da nüfus oranlarını değiştirebilecek seviyede değildi, çünkü bir halk soykırıma uğramıştı.

Kırım, sürgün ve katliamlardan dolayı insansızlaştırılmış ve boşalan yerler Ruslar ile doldurulmuştur. Günümüzde Müslüman tatarların toplam nüfusa oranı Yüzde 10 civarındadır. Kırım’da yüzde 60 kadar Rus nüfus bulunmaktadır.

Rusya, Ukrayna’daki Rus etkisinin azalması sonrasında Kırım’ı önce işgal etti, ardından da ilhak etti. 2014’teki Rus işgalinden sonra yine Müslüman nüfusa yönelik tutuklama ve infazlar gerçekleştirildi.

Rusya, durumun normalleşmesi için mevcut durumun tüm taraflarca kabul edilmesini, bunun yanı sıra Ukrayna’nın NATO’ya alınmamasını istemektedir. Her an Rus işgali tehdidi ile karşı karşıya kalan Ukrayna, tek güvence olarak uluslararası korumayı görmektedir. 

Amerika ise Rus tehdidi üzerinden hem Ukrayna’ya hem de Avrupa’ya askeri anlamda iyice yerleşmek, tedirginlik yaşayan ülkelere daha fazla askeri ekipman satmak, ticari ilişkilerde avantajlı konuma geçmek istemektedir.