Netanyahu sonrası işgalci kabinesi yine “aşırı sağ” kanattan isimlerin öncülük ettiği bir hükümet çıkardı; ama hem cumhurbaşkanlığına İşçi Partisi eski lideri Herzog’un gelmesi hem de ABD başkanlığına Biden’in seçilmesi işgal topraklarında yeni ve oldukça sinsi bir sürecin başlamasına yol açtı.
BAE, Bahreyn ve Fas’ın işgalciyi “meşrulaştırma” anlamına gelen girişimleri özellikle ulusalcı Arap çevrelerde desteklendi.
Türkiye’deki liberal, Kemalist sol ve ulusalcı çevrelerde de “ulusal çıkarlar” söyleminin öne çıkarılmasıyla Siyonist rejimle yeniden iletişime geçilmesi ve siyasi-ticari ilişkilerin geliştirilmesi görüşü ön plana çıkmaya başladı.
AK Parti genel olarak sessiz dururken Erdoğan’dan “yeni bir sürecin” başladığını gösteren adımlar gelmeye başladı. Telefon görüşmeleri, taziye mesajları ardı ardına geldi ve iki tarafın medyasında “dilin yumuşatılmasına” karar verildi.
Yeni adımların habercisi açıklamalar da birbirini takip etti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, "Sayın Cumhurbaşkanı Herzog'un şubatın başında, yani ilk yarısında bir ziyareti söz konusu. Bu ziyaretle birlikte İsrail Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem başlayabilir" ifadelerini kullandı.
Gerek Erdoğan gerekse de hariciye ısrarlı bir şekilde “Filistin’in haklarını savunmaya devam edeceklerini” ve atılan adımların “israil’deki siyasi değişimden” kaynaklandığını dile getirmeye özen gösterdiler.
Peki gerçekten de cumhurbaşkanlığına İsaac Herzog’un, başbakanlığa Naftali Bennet’in gelmesi ile bir şey değişmiş miydi?
Siyasi manzara “işgalci çetenin genel amaçları” konusunda pek bir değişim olmadığını gösteriyor.
İşgalci çete elebaşı Bennett, birkaç gün önce Israel Today gazetesine verdiği demeçte, "Ben sağ kesimindenim ve duruşlarım değişmedi. Hala Filistin devletinin kurulmasına karşıyım ve devletimizi savunmaya devam ediyorum." ifadelerini kullandı.
Filistin yönetiminden herhangi bir liderle bir araya gelmeye hazır olmadığını söyleyen Bennett, ‘Filistin devleti için siyasi müzakerelere izin vermeyeceğini’ ileri sürdü.
Bennett, ayrıca "Başbakan olduğum sürece Oslo diye bir şey olmayacak." sözlerine yer verdi.
Oslo Anlaşması, 13 Eylül 1993'de dönemin israil Dışişleri Bakanı Şimon Peres ile o zaman Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) müzakereci ismi Mahmud Abbas tarafından Washington'da imzalanmıştı.
Bu anlaşma ile Filistinlilere taviz verdiği ileri sürülen başbakan İzak Rabin, fanatik bir Yahudi tarafından öldürüldü.
İşin aslı o anlaşmada da bir “Filistin Devleti”nin varlığı kabul edilmiyordu.
İzak Rabin, Temmuz 1995’te Yahudi gazetelerinden Dafar'a yaptığı açıklamada ‘İsrail'in yanı başında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına kesinlikle izin vermeyeceklerini’ ifade etti. Rabin açıklamasında ayrıca israil'in tamamen 1967 öncesi sınırlara çekilme niyetinde olmadığını Batı Yaka'daki bazı bölgeleri güvenlik amacıyla elinde tutacağını ve israil sınırları etrafında bir güvenlik şeridi oluşturacağını dile getirdi. Rabin, Batı Yaka’nın ne kadarını elinde tutmak istediğini açıkça belirtmedi; ama dönemin Dışişleri Bakanı Şimon Perez'in konuyla ilgili açıklamalarından, Siyonist çetenin bölgenin sadece % 18'ini Filistinlilere vermek, % 82'sini ise elinde tutmak niyetinde olduğu anlaşılıyordu.
İsaac Herzog’un Knesset’te “Yahudi ulus devlet” yasasına karşı çıktığı biliniyor; ama az önce dediğimiz gibi “genel amaçlar” konusunda diğerlerinden bir farkı yok.
Yani Herzog da Netanyahu gibi işgali bir hak olarak görüyor ve bu konuda evrensel hukuk ilkelerini hiçe sayıyor.
Nitekim Herzog’un geçtiğimiz kasım ayında el Halil Camiinde işgalci çete tarafından el konulup “havraya çevrilen” kısma ziyaret gerçekleştirdiğini ve Herzog'un hem camide hem de Halil kentinde Yahudilerin tarihi hakka sahip olduklarını iddia ettiğini unutmayalım.
O el Halil Camii ki 1994’te Baruch Goldstein adında kana susamış bir Yahudi’nin sabah namazı kılan Müslümanların üzerine ateş açması sonucunda 29 kişi şehid olmuş, 125 kişi yaralanmıştı. Katliamın devamı cami dışında ve hastanede devam etmiş, şehid sayısı 72’ye yaralı sayısı 300’e ulaşmıştı.
Demek istediğimiz şu:
Ne Herzog ne de Bennet, işgalci ve katliamcı zihniyetten vazgeçmemiştir.
Kimse kendini de kamuoyunu da aldatmasın.
İşgalci ile normalleşme açıklamaları ve atılan adımlar bu hızla devam ederken Kudüs ve Filistin davasına desteğe devam etmeye imkan yoktur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kabinesi siyasi ve ekonomik kuşatılmışlıktan kurtulma umuduyla işgalci Siyonist rejimle normalleşme yoluna girmeleri halinde siyasi, tarihi ve ahlaki olarak büyük bir yükün altına gireceklerdir. Kudüs’ün tümüyle Yahudileştirilmesi, Batı Yaka ve Golan’ın ilhakı gibi planlar tüm hızıyla devam ederken ve işgalci çetenin içinde hiçbir kanat buna karşı çıkmazken normalleşme adımlarının atılması Siyonist çeteyi ve uygulamalarını zımnen onaylamak anlamına gelir.