BAE veliaht prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan’ın Türkiye ziyareti birçok kesim tarafından “yeni bir dönemin işareti” olarak yorumlandı.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da “boyundan büyük” işlere kalkışan BAE’nin Libya’da Türkiye ile karşı karşıya gelmesi, Türkiye’nin sorun yaşadığı tüm ülke, örgüt ve yapılanmalara destek çıkıp sahiplik yapması iki ülke arasında düşmanlığın oluşmasına neden olmuştu.

Sadece bunlar da değil elbette…

BAE’nin casusları İstanbul’da yakalanmış, hamilik yapıp finanse ettiği Dahlan’ın ismi Gezi olayları ve 15 Temmuz darbe girişiminde geçmişti daha önce. Hâlihazırda operasyon malzemesi olarak kullanılan Sedat Peker’in de BAE’de “koruma altında” olduğu biliniyor.

BAE’nin işgalci çetenin Filistin’deki işgal, ilhak ve katliamlarını meşrulaştırma anlamına gelen “normalleşme”ye öncülük etmesi de bir süre önce Türkiye tarafından tepki ile karşılanmış ve bu konuda sert mesajlar verilmişti:

Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nca 2020 Eylül ayında şöyle bir açıklama yapılmıştı:

"Bahreyn’in Birleşik Arap Emirlikleri'nin peşine takılarak, Arap Barış Girişimi ve İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesindeki taahhütlerin hilafına İsrail’le diplomatik ilişki tesis etme kararı almasını endişeyle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz.

Söz konusu adım, Filistin davasının savunulması çabalarına yeni bir darbe vuracak ve İsrail’i Filistin’e yönelik gayri meşru uygulamalarını ve Filistin topraklarındaki işgali kalıcı hale getirmeye yönelik girişimlerini sürdürme konusunda daha da cesaretlendirecektir."

Bundan yaklaşık 1 ay önce de BAE’nin tutumu doğrudan hedef alınarak sert bir açıklama yapılmıştı:

“ABD, İsrail ve BAE tarafından açıklanan ve İsrail-BAE ilişkilerinin bütünüyle normalleştirilmesini öngören ortak bildiriye ilişkin olarak Filistin halkı ve yönetimi tarafından gösterilen güçlü ve müşterek tepkiyi haklı buluyoruz” denildi.

Peki bu bir yılda ne değişti de Türkiye politika değişikliğine gitti?

Sadece BAE ile gelişen süreci kastetmiyorum.

Gazetecilerin “Mısır ve İsrail ile de BAE ile olduğu gibi yeni bir durum olacak mı?” sorusuna Cumhurbaşkanı Erdoğan şu karşılığı verdi: “Birleşik Arap Emirlikleri ile aramızda nasıl bir adım atıldıysa, diğerleriyle de buna benzer adımları atacağız."

Aslında diplomatik prosedüre uygun olarak işlemese de mezkur iki ülke ile belli seviyelerde bir ilişki geliştirilmeye bir süredir başlanmıştı zaten.

Mısır’ın “Doğu Akdeniz”deki gerginlikte Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi ile beraber hareket etmesi, Türkiye’yi sıkıntıya sokmuş ve Mısır’ı oluşan bu ittifakın dışına çıkarabilmek için alt ve orta seviye diplomatik ilişkiler geliştirilmişti. Bu süreçte Sisi diktatörlüğünün talepleri doğrultusunda İhvan’ın bazı faaliyetleri kısıtlanmış, kimi yayın organlarının sesi kısılmıştı.

İşgal çetesinin organize ettiği bir “casus ağı” çökertilmiş ve tüm bağlantılar ortaya çıkarılmıştı. Hatta kısa bir süre önce “turist kılıklı” iki ajan yakalandıktan bir süre sonra “üst düzey temaslar neticesinde” Erdoğan’ın isteği üzerine serbest bırakılmış ve bunun neticesinde de işgal çetesinin başbakanı Bennet, Erdoğan’a teşekkür etmişti.

Yani gayrı resmi bir “normalleşme süreci” zaten bir süredir işliyordu.

Öyle sanıyorum ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diplomasi uzmanı danışmanları içerideki ekonomik krizi de daha belirgin ve rahatsız edici bir hale getiren küresel kuşatma karşısında bu adımların atılmasının elzem olduğu konusunda kendisini ikna etmişler. 2023 seçimlerinin konuşulduğu ve kamuoyunun iyi sinyaller vermediği böyle bir ortamda Erdoğan ve çevresi, tek çıkış yolunun “kriz merkezlerini” ikna etmek ve onların taleplerinin en azından bir kısmını yerine getirmek olduğu konusunda kendilerini inandırmışlar.

Oysa bu, elindeki kozların farkında olmamak ve “alanı iyi okuyamamak” gibi bir durumu ortaya çıkarmıştır.

İsrail’deki koalisyon hükümetinin çok da sağlam bir zeminde durmadığı ve son yaşanan “Kudüs’ün kılıcı” savaşından sonra ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğu göz ardı edilmemeli.

Mısır’ın ekonomik kriz ve “korku iklimi”nde ne kadar dayanabileceği, Sisi’nin her an bir iç darbe ile devrilebileceği, muhalefetin gittikçe daha da büyüdüğü gerçeğini görmek ve adımları atarken bunları da hesaba katmak gerekir.

BAE ve Suudi’nin ise Trump döneminin bitmesi ile beraber büyük bir sıkıntı içerisinde oldukları, küresel anlamda Rusya ve Çin’e, bölgesel anlamda Türkiye’ye ihtiyaçlarının olduğu gerçeğini görebilmek için çok da dış politika uzmanı olmaya gerek yok!

Son olarak…

Normalleşme adımları kendi vizyonunu ortaya koymayı ve bölge ülkelerinin küresel emperyalizm karşısında bir güç olarak ortaya çıkmasını sağlayacaksa değerlidir; ama eğer sonucunda mevcut zalim sistemin devamı yolunda payanda olmaya neden olacaksa sonunda izzet değil zillet çıkacaktır.