Hafta dış politika açısından oldukça sıcak geçti.
ABD, Fransa ve Almanya’nın da bulunduğu Türkiye’deki 10 Batılı ülke büyükelçiliği ortak bir metin yayınlayarak “sömürge valisi” diliyle açıkça talimat vermeye kalkıştı.
Gezi olayları ve 15 Temmuz darbe girişiminden dolayı yargılanan Osman Kavala’nın ‘derhal’ serbest bırakılmasını istediler.
Bu diplomatik teamüllere, büyükelçilerin yetki görev ve sorumluluklarına aykırı, bir başka ülkenin içişlerine karışma anlamına gelen bir davranıştı; ama zaten bu “blok” Libya, Doğu Akdeniz ve Karabağ meselesinde organize bir şekilde tutum belirlemiş ve “diplomatik teamülleri” çok da kaale almamıştı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı beklendiği gibi rutin bir “sert tepki” gösterdi.
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bazılarının “kimyasını bozacak” düzeyde bir açıklama gelince ortam iyice ısındı. Her zamanki gibi Erdoğan’dan sonra hükümet çevrelerinden “dozu yüksek” öfkeli sesler yükseldi.
Aynı zamanda bir hukuk profesörü olan TBMM Başkanı Mustafa Şentop, 10 büyükelçinin açıklamasına en sert tepki verenlerdendi: “Yabancı ülkelerin büyükelçilerinin yargıya talimat verir bir şekilde ‘derhal serbest bırakılmasının sağlanması’ şeklinde bir ifadeyle bir bildiri kaleme almaları Türkiye’nin iç işlerine çok açık ve çok terbiyesizce bir müdahaledir.”
Muhalefetin tavrı ise ilginçti.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, Türkiye'ye Osman Kavala'nın serbest bırakılması için çağrı yapan büyükelçilerin istenmeyen adam ilan edilmelerine tepki gösterdi. Kılıçdaroğlu'nun yardımcısı Çeviköz de, “derhal bırakılsın” talimatı için "Büyükelçiler dostça hatırlatıyor" yorumunda bulundu.
Kavala’nın kime yakın olduğu bir yana, organize hareketin “Soros” öncülüğünde geliştiği iddiası bile ortada kirli bir tezgah olduğunu gösteriyordu aslında ve CHP de son dönemdeki ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda çok da şaşırtıcı olmayan bir tepki vermişti.
Abdullah Gül’ün açıklaması da çok şaşırtıcı değildi.
Görev yaptığı süre boyunca batı nezdinde “uyumlu” bir yönetici olmanın gereğini yerine getirmiş biri elbette “daha büyük krizlerin” çıkması korkusunu dile getirecek ve hükümeti uyaracaktı.
Alman siyasetçi Jürgen Todenhöfer 10 ülkenin Osman Kavala ikiyüzlülüğüne "Korkaklar böyle davranır" diyerek "Neden Birleşik Krallık'ta Julian Assange'ın ya da ABD'nin Guantanamo mahkumlarının hapsedilmesini protesto etmediler?" diye sordu.
Tödenhofer, ağır ve aşağılayıcı bir tanımlama yaptı yapılan iş için: “Kahramanlar böyle değil, korkaklar böyle davranır" dedi.
Taha Dağlı, "Bu bir Soros müdahalesidir" başlıklı köşe yazısında bir anlamda Tödenhofer’in söylediklerine eklemede bulundu: “Dertleri insan hakları olsaydı Mursi'ye, Kaşıkçı'ya İtalya'nın uygulamadığı AİHM kararına ses çıkartırlardı"
Ama 10 ülke Büyükelçisinden dostları İtalya’ya ve “adamları” Sisi’ye bir şey söylemeleri beklenemezdi. Bu konularda bir şeyler söylemek yerine Kavala hakkında açıklama yapıyor ve devam eden bir yargı süreci varken “derhal bırakılmalı” diyorlardı.
Açıklama organize bir hareketti ve bağımsız bir ülkenin kabul edemeyeceği bir içeriğe sahipti.
Fakat beklenmedik bir gelişme yaşandı.
Dışişleri bakanlığının büyükelçileri çağırması, “sert tepki” vermesi beklenen bir tutumdu; ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstenmeyen kişi” (Persona Non Grata) ilan edilmeleri yönünde talimat verdiğini açıklaması “beklenmedik” bir hamle idi ve muhatap ülkeler bunun karşısında “hazırlıksız” yakalandılar. Açıklamayı savunacak durumda değillerdi, çünkü tüm uluslararası sözleşmeler onları haksız çıkaracaktı.
Cumhurbaşkanlığı “talimat gibi açıklamaya” karşı Dışişlerine “talimat” verdiğini söyledi, gerilimi kontrol altına aldı, “krizde belirleyici” durumuna geçti.
Geri adım attılar.
Talimat gibi açıklamanın öncülüğünde olduğu gibi “geri adım atma”da da öncülüğü ABD yaptı.
Türkiye Dışişlerinden “istenmeyen adam” kararı çıkmadan şöyle bir açıklama yapıldı:
“ABD, 18 Ekim tarihli açıklamaya ilişkin bazı soruların yöneltilmesi vesilesiyle, Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine riayet etmeyi teyit eder”.
Organize hareketin diğer üyeleri de ardı ardına ülke ismini değiştirerek aynı metni resmi hesaptan verdiler.
Cumhurbaşkanlığı, yapılan “geri adım” açıklamalarının olumlu olduğunu söyleyerek gerilimi düşürdü.
Kararlı duruş “geri adım” atılmasına neden oldu ve bu da “kriz büyüyecek, Erdoğan zor durumda kalacak” diye ellerini ovuşturanların canını sıktı.
Halk TV sunucusu Şirin Payzın, ABD'nin geri adımı karşısındaki hayal kırıklığını şu sözlerle ifade etti;
“Madem yaptığının arkasında durmayacaksın cezaevindeki bir mağdur üzerinden ne diye diplomasi oyunu oynarsın.. ABD ve AB ülkeleri Kavala’yı malzeme edip, beceriksiz işlerle iktidarın sorumsuz politikalarına su taşıyorlar..”
Ortam sıcaklığı nispeten düştü; ama ABD tarafı Türkiye’den yapılan açıklamaları “not ettiklerini” söyleyerek tehdit etmekten de geri durmadılar.
Suriye’nin kuzeyine bir operasyonun konuşulduğu bu günlerde döviz kurlarının tartışılmasını ikinci plana düşürecek gelişmelere her an şahit olabiliriz.