28 Şubat davasında bazı generallere ceza verilmesi üzerine medya ve siyaset çevrelerinde “Cumhurbaşkanının af yetkisini kullanması” tartışması açıldı.

O dönemde yaşananları tümüyle göz ardı ederek emekli paşaların “yaş ve hastalık” gerekçesiyle cezaevinde tutulmasının doğru olmadığı söyleniyor.

Aslında verilen ceza o dönemle bir yüzleşmedir ve ona benzer süreçlerin bir daha yaşanmaması için atılan hukuki bir adımdır. Yaşlı ve hasta paşalar cezaevinde tutulmasa bile unvanları alınmalı ve o dönemde yaşanılan mağduriyetler ile yüzleşmeleri sağlanmalıdır.

Ama göründüğü kadarıyla ortada öyle bir şey yok!

Emekli paşalar da o dönemin sivil aktörleri de “büyük oranda” yanlış yaptıklarını kabul etmiyorlar.

Birçoğu eline imkan geçse daha beter zulümlere imza atmaktan çekinmeyecek bir zihniyete sahip ve bunu da dile getirmekten çekinmiyor.

Çetin Doğan’ın söylediklerine bakın mesela…

28 Şubat davasında cezaların onanmasının ardından 81 yaşında cezaevine giren emekli orgeneral Çetin Doğan 'af tartışmalarına' ilişkin olarak şunları söylemiş: "28 Şubat Davası’nda evet suçlular var. Ancak bu suçlular hiçbir zaman sanıklar olmadı. Davaya bakanlar, davaya ruhsat verenler, hukuksuz süreci başlatanlar, bu hukuksuz sürece destek olanlar, bu adaletsizliğe kesintisiz güç kaynağı sağlayanlar asıl suçlulardır. Bu sebeple, özür dilemesi gereken, af dilemesi gereken de onlardır. Bizler değiliz."

Özür dilemiyor, dileyemiyorlar.

Haklıdırlar, çünkü özür dilediklerinde ne ile yüzleşeceklerini biliyorlar.

Evet, kendilerini, ideolojilerini inkar pahasına özür dileyemezler.

Tankları yürütenler, Siyonist çete hesabına Kudüs etkinliğini basanlar özür dileyemez.

İnsanları fişleyenler, işadamlarını iş yapamaz hale getirenler özür dileyemez.

Başbakanı istifaya zorlayanlar, sivil, resmi, yarı resmi kurumları harekete geçirip sivil siyaseti iş yapamaz hale getirenler özür dileyemez.

Kirli savaş faaliyetleri yürütenler, yargısız infazlarda bulunanlar özür dileyemez.

İdeolojik olarak kendilerine yakın olmasına rağmen “arı kovanına çomak sokan gazetecileri” öldürtüp medya ve kamuoyunu “hayali örgütlerin” peşine salanlar özür dileyemez.

Üniversite kapılarında başörtüsü ve sakal jandarmalığına soyunan, okuma hakkını ortadan kaldıran, “kamusal alan” diye bir put icad edip herkesi bu puta ibadet etmeye zorlayanlar özür dileyemez.

Anneleri, başlarındaki örtüden dolayı çocuklarının mezun olduğu törenlere almayıp yağmur altında bekletenler özür dileyemez.

75 yaşındaki Medine Bircan’ı sağlık karnesinde başı örtülü fotoğrafı var diye tedavi etmeyen, aileyi fotoşoplu sağlık karnesi yapmaya zorlayan ve geçen süreçte yaşlı kadını tedaviden mahrum bırakıp öldürenler özür dileyemez.

Akademisyenleri söz söyleyemeyecek hale getirenler, namaz kılmayı ordudan atılma gerekçesi sayanlar ve şimdilerde ise utanmadan “akademik özgürlüğü” savunanlar özür dileyemez.

Faşist ikna odalarının mucitleri olan, yaptıklarını savunmaya devam eden ve ilk fırsatta aynı faşist tutuma devam edeceğini gizlemeyenler özür dileyemez.

Derin devlet katmanları oluşturup derinliğe göre itibar kazandıran, medyayı manipüle edip siyaseti postala secde ettirenler özür dileyemez.

İslami kimliğe savaş açan, Müslümanca yaşamak isteyenleri kriminalize etmek için her türlü şeytanlığa başvuran, Kur’an dersine engel olanlar, cami önlerinde kimlik kontrolü yapanlar, Kur’an dersi verdi diye 15 yaşındaki çocuklara işkence edenler özür dileyemez.

Askeri malzeme alım ihalelerinde Siyonist çeteye astronomik paralar kazandıranlar, devlet bankalarının yönetim kurullarına, holdinglere birer emekli general yerleştirip firmaların çökmesine neden olanlar, ülkeyi tarihinin en büyük ekonomik kriziyle yüz yüze bırakanlar; ama tüm bunların yanı sıra MGK toplantısında başbakanın karşısında rakı içmekle övünenler özür dileyemez.

Evet, birkaç generale ceza verilmesi ile 28 Şubat darbesiyle yüzleşilmedi. Askerin dışında işin içindeki, medya ağaları, sendikacılar, sivilliği kendinden menkul kuruluşlar, adında “hukuk” olan resmi ve sivil “brifingli” yapılar büyük oranda hem özeleştiri vermedi hem de yargısal anlamda bir kovuşturmaya muhatap olmadı.

Bu kurum, kuruluş ve yapıların bireysel ya da kurumsal anlamda özür dilemesi gerekiyordu. Çok az kısmı bunu yaptı; ama büyük kısmı sessizliği seçti.

Buna rağmen sivil siyaseti tehdit eden, İslami yaşama savaş açan “28 Şubat”ın yargılanması önemlidir.