Afganistan’daki gelişmeler, Taliban’ın hızlı ilerleyişi ve nihayetinde başkent Kabil’e girmesi dış politika gözlemcilerini, uzmanları, stratejistleri şaşkına çevirdi.

Bir tarafta Doha’da görüşmeler sürüyordu, öte tarafta Amerika sonrası Afganistan’ın durumu konuşuluyor, oluşması muhtemel yeni denge hesapları üzerinden gidiliyor, çıkar hesaplarının sınırları belirlenmeye çalışılıyordu. Hatta Türkiye’nin Kabil Havaalanı için girişimleri üzerinden çok sayıda spekülasyon söz konusuydu.

Taliban’ın vilayet merkezlerine hızlı bir şekilde girmesi sonrasında savaşın seyri ve Kabil Hükümetinin durumu konusunda öngörüler değişti ve hesaplar revize edildi.

Taliban’ın üç ay içerisinde Kabil’i kuşatabileceği görüşü kısa sürede önce bir aya, ardından 1 haftaya düşürüldü. Hatta bunun üç gün içerisinde olabileceğinin söylenmesinin üzerinden bir gün geçtikten sonra Taliban Kabil’i kuşattı.

Aslında Amerika, Taliban’ın alandaki karşılığının ne kadar yüksek olduğunun farkındaydı; ama hesabını çekildikten sonra devam edecek kaos üzerine inşa etmişti.

ABD Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Jon Finer’in açıklamasının satır aralarında kirli hesabın ipuçlarını bulmak mümkündü: "Afganistan'daki durum beklenenden daha hızlı kötüleşti. Biden, 20 yıl boyunca eğitim alan Afgan güçlerinin direnebileceğini düşündü."

Evet, Amerika tam yirmi yıl boyunca Afganistan’da kalmış, işkence ve sorgu mekanları oluşturmuş, silah yığmış, işbirlikçilerden çok sayıda kişiyi askeri ve siyasi açıdan yetiştirmiş, istihbarat ağları kurmuştu. Lübnan ve Suriye gibi etnik ve mezhebi farklılıkları öne çıkarıp belirginleştirmiş, farklı kimliklerin öne çıkmasını sağlamış, savaş ağalarına her türlü desteği vermiş, uyuşturucu hammaddesinin hazırlanmasına hamilik yapmış ve bundan kirli operasyonlar için kayıt dışı para kazanmış bir Amerika vardı ve yaşananlar karşısında büyük bir şok içindeydi.

300 bin kişilik bir Afgan ordusundan söz ediliyordu ve bunların önemli bir kısmı Amerikan ordusunun eğitiminden geçmişti. Tam 50 yıldır Amerikan siyasetini dünyaya egemen kılmak için farklı kademelerde görev almış ve nihayet Amerikan Başkanlığına kadar gelmiş olan Biden, işte bu birikim ve tecrübesinden yola çıkarak Afgan ordusunun en azından bir süre direneceğini ve bu süre içerisinde Afganistan’ın kan gölüne döneceğini hesaplamıştı. Planlı ya da plansız silahlı güçler alana yığılacak, kimin kimi vurduğu bile tam olarak anlaşılamayacaktı. Uluslararası medya görsel materyal üzerinden zihinleri iğfal etmeye devam edecekti.

Ama hevesleri kursaklarında kaldı, şaşırdılar, öfkelendiler.

Şehirler savaş olmadan teslim oldu, savaş ağalarının şişirilmiş balonlar olduğu daha ilk anda kaçmaları üzerine ortaya çıktı.

Hatta Kabil sınırlarına gelen Taliban, müzakerelerin yapılacağını söyleyerek silahlı unsurlarına şehre girmemeleri yönünde talimat verdi; ama kukla yöneticiler şehri terk edip kaçınca ve müzakere edecek kimseler kalmayınca şehre girdiler.

Batı medyası tedirginlik ve dehşet pompaladı, kaos senaryoları yazdı ve bunun yansımaları Kabil’in bir kısmında kendini gösterdi; ama çok küçük çaplı olayları saymazsak ortada çatışma da yoktu, yağma da yoktu.

Batılı ülkeler vatandaşlarını almaya çalıştı ve temsilciliklerini kapattı.

Ama sanırım yaşanan sürecin en ilginç ayrıntılarından biri şu soru olmalıydı

BAE ve Suudi neden diplomatik temsilciliklerini kapatma kararı aldı?

Afganistan’da işgalciler ve işbirlikçilerle beraber neler yapmışlardı, ya da Doha’daki müzakere sürecine nasıl bir müdahaleleri söz konusuydu ki, onlar da ABD ve İngiltere gibi apar topar Kabil’i terk ediyorlardı?

Süreci izlemeye devam ediyoruz.