Son zamanlarda “bazı çevrelerde” çokça dillendirilen içi boş; ama kötü niyetli bir söylem var.

Diyorlar ki, “Kudüs üç din için de kutsaldır, Müslümanlara ait değildir.”

Bir de bunu söyleyenler her ne kadar savruldukları cahili ideolojinin penceresinden bakarak konuşuyorlarsa da kendi Müslüman kimliklerini de ortaya sürüp sözlerini güçlendirmeye çalışıyorlar.

Ortada ciddi bir yanlış var.

Kime göre “üç din”?

Kur’an’ın bu konuda mesajı açıktır:

“Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki 'kıskançlık ve hakka başkaldırma' (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.” (Al-i İmran/19)

Eğer bu konuda “hakka şahitlik” ettikten sonra Allah’ın buyruğunu değil de şeytanın “dinlere objektif yaklaşma” kriteri esas alınıyorsa diyecek bir şey yok! Herkes nihayetinde seçiminin sonuçlarıyla yüzleşecektir.

Ama Allah’ın buyruğuna göre “din” islam’dır ve kendilerine kitap verilmesine rağmen ayrılığa düşüp sapanlar “batıl” yoldadırlar. Eğer yolları “din “olarak tanımlanacaksa bu ancak “batıl din” olur.

Gelelim “Yahudiler ve Hıristiyanlar da Kudüs’te söz sahibidirler” söyleminin ne kadar içinin boş olduğuna ve bu yargının ne kadar ahlak, adalet ve erdemden yoksun olduğuna…

Hıristiyanlar, Kudüs’ü aldıklarında Yahudilere hayat hakkı tanımadılar.

Yahudi mabetleri yıkıldı ve yerleri mezbelelik olarak kullanıldı.

Müslümanlar Kudüs’ü fethettiğinde Hıristiyan mabetlerine dokunulmadı ve zarar verilmedi.

Hz. Ömer radıyallahu anhın verdiği “Emanname” İslam adaletinin en parlak örneklerindendir.

Sadece metnin girişi bile insani ve ahlaki değerler açısından “Batı”nın ulaşamayacağı bir zirve durumundadır.

“Bu sözleşme Allah’ın kulu, müminlerin emiri Ömer’in İliya (Kudüs) halkına verdiği bir emandır. Onların canlarına, mallarına,  kilise ve haçları konusunda; hastaları ve sağlıklı olanları ve diğer insanlarına verilen bir emandır. Buna göre onlar kilise inşa etmeyecekler fakat eski kiliselerine de dokunulmayacaktır. Kiliselerinin sayısı azaltılmayacak, sahalarına dokunulmayacak ve haçlarına karışılmayacaktır. Mallarına da dokunulmayacaktır. Dinleri konusunda zorlanmayacaklardır. Onlardan hiç birine zarar da verilmeyecektir.”

Haçlılar, Kudüs’ü işgal ettiğinde hem Müslümanları hem de Yahudileri katlettiler. Mabetler yıkıldı, şehir yağmalandı.

Haçlı vahşeti taraflı tarafsız tüm tarihçiler tarafından kaydedildi.

Askeri direniş kırıldıktan sonra sivil Müslüman halk, Süleyman Mabedi çevresine, Museviler de kendi sinagoglarına sığındılar. Fakat Haçlılar bu insanları kendilerinin de kutsal saydığı yerlerde öldürmekle kalmayıp her şeyi tahrip ettiler.

O gün Kudüs’te 70 bin kişinin katledildiği söylenir.

Sonra Selahaddin-i Eyyubi eliyle fethedilen Kudüs’e yine İslam’ın adaleti ve huzur geldi.

Hıristiyan mabetlerine zarar verilmedi, sivillerin şehirde güven içinde yaşamasına izin verildi.

Fetihten sonra ilk cumada Selahaddin’e ve muzaffer orduya hutbeyi okuyan Kadı Muhyiddin bin Zekiyeddin, Müslümanların tutumunu net olarak ortaya koydu:

"Ey insanlar, sizi en son amaç ve en yüce derece olan Allah’ın rızasıyla müjdeliyorum.  Yüzyıla yakın bir süredir işgal altında bulunan bu yitik Kudüs’ü tekrar asli vatanı olan İslam’a kavuşturmayı Allah sizin elinizle gerçekleştirdi. Burasının temellerini tevhidle yükseltti, çünkü tevhid üzerine kurulmuştu. Burası Hz. İbrahim’in vatanıdır, Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam’ın Mirac’ıdır. Burası Allah’ın apaçık kitabında apaçık andığı kutsal mekandır. Burası Allah’ın kulu, Rasulü ve kelimesi olan, Meryem’e ilka ettiği zatın risaletiyle onurlandırdığı, peygamberlikle nimetlendirdiği İsa aleyhisselam’ın şehridir. Allah size nebiniz vasıtasıyla en güzel mükafatı versin.”

İbrahim aleyhisselam da Musa aleyhisselam da İsa aleyhisselam da İslam peygamberidirler ve sapkınların nitelendirdiği şeylerden beridirler.

10 yıllık bir arayı saymazsak yaklaşık 800 yıl İslam’ın gölgesinde adalet buldu, huzur ile yaşadı Kudüs.

Sonra yine “haçlılar” geldi ve yine katliamlar yaşandı, yine mabetlere saygısızlıklar vuku buldu.

Haçlılar, bölgeyi Siyonistlere teslim ettiler.

1948’de Batı Kudüs, 1967’de de Doğu Kudüs, Siyonist çetenin eline geçti.

O gün bugündür hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar, terör çetesinin saldırılarıyla karşı karşıyadır.

Defalarca Mescid-i Aksa’ya karşı saldırılar gerçekleşti, yakıldı ve yıkılması için girişimlerde bulunuldu.

Kudüs’ün şerefli halkı, canı pahasına kudurgan çeteye karşı direnmekte, Mescid-i Aksa’yı muhafaza etmeye çalışmaktadır.

Ama ortada aptalların bile anlayabileceği, körlerin bile görebileceği bir gerçek vardır ki, şimdiye kadarki süreçte Müslümanlar hakim olmadığında ne mabetlerin güvenliği vardır, ne insan hayatının değeri ne de huzur.