Siyasetin tanımı için “yönetmek, eğitmek, yetiştirmek” gibi karşılıklar kullanılır.

İslam toplumlarında daha çok “hikmetli davranma, fevri çıkışlarda bulunmama, erdemli bir toplum oluşturma çabası” olarak anlaşılır.

Ahlaki değerlerin önemsenmediği, “reel politik” denilen ve aslında ulus-devlet pragmatizmini her şeyin üstünde tutan Machiavelli’nin görüşlerine göre şekillenen günümüz siyasetinde her şey bireysel ya da grupsal anlamda “kazanmaya” endekslendiği için hak pek bir anlam ifade etmez.

Machiavelli’ye göre “önemli olan hedeftir; hedefe götüren araçların iyi ya da kötü olmalarının önemi yoktur.” Bu düşünce sistematiği adalete mekanik bir anlam yüklemekte ve “devlet adaletle vardır” prensibi yerine “adalet devlet ile vardır” düşüncesini esas kabul etmektedir.

Bu şekilde zulüm resmiyet kazanmakta, ahlaki ve insani olmasa da “kanuni” bir hüviyete bürünebilmektedir.

Her şeyin “Allah ve ahiret” eksenli olarak düşünülmediği ve planlanmadığı yerlerde insani ve ahlaki sorunlar her alanda kendini gösterebilmektedir. Müslümanların bir kısmının bile zihnen “laikleştiği” bir zaman dilimindeyiz ve -teorik olarak olmasa da- pratik olarak “Allah’ın karışmadığı” alanların inşa edildiğine ve maalesef “reel politik” denen tahribatın etkilerinin daha fazla hissedildiğine şahitlik etmekteyiz.  

Oysa ilk dönem İslam toplumunda ve öncülerimizde yolumuzu aydınlatacak çok kıymetli örneklikler mevcuttur.

Bir örnek üzerinde durmak istiyorum.

Hz. Ali’nin Mısır’a vali tayin ettiği Malik b. Haris’e (Malik Eşter Nehai) tavsiyelerinden birkaçı…

Hikmet, irfan ve ahlakın zirvelerinden bir demet…

“İnsanlara, canavarın sürüye bakması gibi bakma! Onlara karşı kalbinde sevgi, merhamet ve iyilik duyguları besle! Çünkü istisnasız bütün insanlar ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir. İnsanlar hata edebilir, başlarına iş gelebilir. Düşenin elinden tut, kendin için Allah’ın affını istiyorsan, sen de insanları affet, onları hoş gör ve bağışla! Allah’a karşı asla kafa tutma! Affından dolayı asla pişmanlık duyma! Verdiğin cezadan dolayı da sevinme!”

“Seni yoksulluğa düşmekle korkutarak iyilik yapmana mani olan cimriyi, büyük işler karşısında azmini kıracak korkağı ve gözünü hırs bürümüş kimseleri istişare heyetine alma!”

“Kendini beğenme! Yüzüne karşı seni övenlere itibar etme! Yaptığın işleri insanların başına kakma, yaptığın işleri büyütme, onlara verdiğin sözden dönme! Başa kakmak iyiliği bitirir, mübalâğa hakikati söndürür, sözünde durmamak ise Halık’ın da halkın da nefretini celp eder.”

Vahyin evinde büyümüş, Aziz Peygamber’in terbiyesiyle yetişmiş bir “İnsan-ı kamil”den elmas değerinde nasihatlerdir bunlar.

Nasihat dediğimize bakmayın, aslında “devlet adamlarına” ve hatta tüm “yöneticilere” önemli perspektifler sunuyor, yol haritaları belirliyor.

Önce genel ilke: İnsanlara bakışını düzelt!

“İnsanlar ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir”

Değerlerimizi kaybettiğimizden beri bırakın “insana insanca muamele” edilmesi gerektiğini, “din kardeşliği”nin ne anlama geldiğini bile unuttuk sanırım. Ya da içini boşalttık. Hedef net ve belirgin olduktan sonra farklı yollardan yürümenin bir problem teşkil etmeyeceğini, aslolanın imha değil ihya olduğunu unuttuk.

Yaratıcı Allah’tır.

İnsanlar arasında dil, ırk ve renklerden dolayı fark gözetenlerin, “Kitap ortaya konduğunda, kimseye zulmedilmeyip Hak ile hükmedildiğinde, Peygamberler ve şahitler getirildiğinde” söyleyecek sözleri sadece “Biz kendimize zulmettik” olacaktır.

“Düşenin elinden tut, kendin için Allah’ın affını istiyorsan, sen de insanları affet, onları hoş gör ve bağışla!”

Affetmenin büyüklüğünü bir tarafa bırakıp içi boş ve çok yanlış taraflara çekilen “Merhametten maraz doğar” sözüne büyük anlamlar yükledik. Alemlerin Rabbi, tedbir ve terbiyesini “rahmet” üzere yaparken ve ifsat edicilerin “marazı yayma” çabalarına rağmen, rahmetini gösterirken, biz yüzümüzü başka taraflara çevirdik. Kalbinde “maraz” olanların, “nefsini müstağni” sayanların, haklılığını bağırıp çağırarak göstermek isteyenlerin zihinleri bulandırmasına ses çıkarmadık.

Oysa maraz, merhametten değil işini savsaklamaktan, dikkatsizlikten, adaletsizlikten doğar.

“Yaptığın işleri insanların başına kakma, yaptığın işleri büyütme, onlara verdiğin sözden dönme! Başa kakmak iyiliği bitirir, mübalâğa hakikati söndürür, sözünde durmamak ise Halık’ın da halkın da nefretini celp eder.”

Hikmetin, takvanın, tevazuun değil de, takdir edilmenin, beğenilmenin, alkışlanmanın başarı sayıldığı bir dünyada, her şeyin reklam olarak pazarlandığı bir dünyada, böylesine altın değerinde; ama durağan zihinler ve kendilerini aldatanlar açısından sarsıcı ve rahatsız edici sözlerin ne kadar alıcısı olur ki?

Rabbim takvayı kuşanmayı, hakikate teslim olmayı nasip etsin!

Mirac Kandilimiz mübarek olsun.