Amerika, İçişleri bakanı Süleyman Soylu’nun ‘15 Temmuz darbe girişiminde Amerika’nın rolü olduğuna dair’ sözlerine tepki göstermiş ve şunları söylemişti:

“ABD’nin Türkiye’de 2016’da meydana gelen darbe girişimiyle hiçbir ilgisi yoktu ve yaşananları derhal kınadı. Üst düzey Türk yetkililerin bunun aksi yönündeki iddiaları tamamen gerçek dışıdır. Bu açıklamalar ve ABD’nin Türkiye’deki hadiselerden sorumlu olduğuna dair diğer asılsız ve sorumsuzca iddialar, Türkiye’nin NATO müttefikliği ve stratejik ortaklık statüsüyle bağdaşmamaktadır.”

Aslında Süleyman Soylu, bu görüşlerini “Darbe girişiminden” hemen sonra da ifade etmişti.

15 Temmuz darbe girişimi daha yeni bertaraf edilmişken dönemin Çalışma Bakanı Soylu, açıkça Amerika’yı suçlamış ve şunları söylemişti:

"Darbenin arkasında ABD var. Oradan yayınlanan birkaç dergi, birkaç aydır faaliyette bulunuyordu. Biz ABD'ye aylardır Fetullah Gülen konusunda mesaj veriyoruz. ABD Fetullah Gülen'i vermek zorundadır" ifadelerini kullanmıştı.

Gerçekten de Foreign Policy dergisinde 16 Haziranda John Hannah imzalı yazıda açıkça “darbe ihtimalinden” söz ediliyordu. Bu isim, bir dönem Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapmıştı. Foreign Affairs adlı yayın organı da benzer imalarda bulunmuştu.

Yine o dönemde Michael Rubin’in “Türkiye'de bir darbe olursa ABD buna karşı çıkmaz” dediği biliniyor.

Wikileaks’in kurucusu Julian Assange, bir röportajında, 15 Temmuz darbe girişiminde Hillary Clinton ve Suudi Arabistan’ın etkisi olduğunu söylemişti.

Geçmişte de Türkiye’de yaşanan darbeler incelendiğinde Amerikan etkisi gizlenemeyecek kadar açıktır.

Aslında Amerika’nın darbeler konusunda şöyle bir tutumu vardır.

-Darbe kendi kontrolü dışında gelişmiş ve kendisine yakın kişileri devirmişse Amerika, demokrasiden ve insan haklarından söz eder, yaptırımları devreye sokmaya başlar.

-Kendi desteklediği kişiler darbe yaparken başarılı olurlarsa desteğini kısa sürede belirtir, başarısız olurlarsa darbeye karşı olduğunu ilan eder.

Mesela Sisi darbesi…

Mısır’ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi kanlı bir darbeyle devrilip tüm siyasi kurumlar devre dışı bırakıldığında Amerika’nın tepkisi tüm dünyanın zekasıyla alay eder bir şekildeydi.

Dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry, Sisi darbesinin demokrasiyi getirdiğini ve darbeyi halkın istediğini iddia etmişti: “Hepsi ülkenin kaosa, şiddete sürüklenmesinden korkan milyonlarca ve milyonlarca insan ordudan müdahale etmesini istedi. Bize göre ordu şu ana dek yönetimi devralmadı. Ülkeyi yöneten sivil bir hükümet var. Pratikte demokrasiyi geri getiriyorlar.”

Sonrasında Sisi karşısında hiçbir muhalif unsura izin verilmeyişi, seçimde aday olmak isteyenlerin ya hapse atılması ya da tehdit ve şantajla geri çekilmesi bile Amerika’nın tutumunda bir değişikliğe yol açmamıştı.

Tarihi veriler ortada olmasına rağmen Amerikan yönetiminin Myanmar darbecilerine karşı çıkmasında hikmet aramanın bir mantığı yoktur. Myanmar’da Çin etkisindeki ordu, Amerika ve Avrupa’ya yakın duran siyaseti tasfiye edip yönetime el koydu. Amerika’nın tepkisi de darbeden daha çok, kendisine yakın siyasetçileri deviren Çin yönetiminedir.

Şunu unutmamak lazım: Myanmar’da darbeciler de darbeye karşı çıkanlar da Arakan’daki soykırım ve insanlık dışı katliamlarda suç ortağıdırlar.

Amerika’nın darbelere bakışı ilkesel değil konjonktüreldir ve asıl olan Amerikan ulusal çıkarlarının korunmasıdır. Ortadoğu’da ise işin içerisine bir de “israil’in güvenliği konusu” girmektedir.

Biden dönemiyle beraber ciddi siyasal krizler ve darbeler yaşaması beklenen Körfez ülkeleri, ilk işaretlerden yola çıkarak Amerika’nın tutumundan şikayetçidirler. Siyonist çete ile “normalleşme” anlaşmaları imzalamalarının yeni dönemde çok da fayda sağlayamayacağını görüyorlar.

Şarku’l Avsat yazarı Tarık Hamid, hem hayal kırıklığını hem de sitemini dile getirdi:

“Yemen’deki koalisyon operasyonu, Birleşmiş Milletler (BM) kararına göre değil mi? Washington, Husileri terör listelerinden nasıl çıkarabilir? Zira bu, Washington’un Myanmar’daki darbeyi reddettiği bir dönemde Husilerin darbesinin tanındığı anlamına gelir.”

Sisi darbesine karşı Amerikan tutumundan söz etmek Şarku’l Avsat yazarının ya aklına ya da hesabına gelmez.

Dubai yönetiminin Siyonist rejim ile olan yakınlaşmasını daha fazla pazarlayacağı günlere giriyoruz. Bin Selman ise “Kaşıkçı cinayeti” gibi sıkıntıları unutturmak için “yargı reformu” gibi argümanlara sarıldı.

Ama küreselciler, Körfez’de kendi adamlarının tasfiye edilmesini unutmadılar ve bunun için adımlar atabilirler. Yeni dönemde Amerika’nın “endişeyle izlediği” yeni darbe ve kaoslara şahitlik edebiliriz. Körfezdeki emir ve krallar bundan korkuyor.