Kemalist gazete şöyle yazdı:

“Milli Mücadele döneminde İngilizlerin desteği ile gerici isyanlara destek veren ve Kuvayı Milliye’ye düşman Teali İslam Cemiyeti’nin yöneticisi İskilipli Atıf, ölümünün 95. yılında devlet erkânı ve AKP’lilerin de katıldığı törenle anıldı.”

Dikkatinizi çektiyse “idamının” demiyor da “ölümünün 95. yılında” diyor.

İdamdan söz ederse yargı rezaleti, suçlama ve ceza arasındaki devasa dengesizlik birilerinin dikkatini çekebilir belki.

CHP Grup Başkan vekili Özgür Özel ise resmen tehdit etti:

“Bir Cumhuriyet düşmanını vekiliyle valisiyle rektörüyle ananlar ona şehit diyenler bilsinler ki yaptıklarınızı milletimiz affetmeyecek.”

Hukuksuz bir yargılama, zalimce bir idam bile bir İslam alimine karşı duyulan öfkeyi azaltmamış.

Buradan yola çıkarak size “suçlu olarak gösterilen” iki ismin kıyaslamasını yapmak istiyorum.

İskilipli Atıf ve Nazım Hikmet…

İskilipli Atıf Hoca’nın aslında “Milli Mücadele” aleyhinde hazırlanıp dağıtılan ve “Teali İslam Cemiyetine” ait olan bir “beyanname” dolayısıyla idam cezasına çarptırıldığı iddiasının tümüyle boş olduğu ve sadece “gerekçe arayan müritler” için ortaya atıldığı bilinmelidir. Tarihi vesikalar, İskilipli Hoca’nın mezkur beyannameye karşı çıktığı, o yüzden de belgenin imzasız olarak dağıtıldığını aktarıyor. Bununla birlikte mahkeme zabıtlarında ısrarla “şapka” konusunun gündeme getirilmesi asıl meseleyi ortaya koymaktadır.

Resmi belgelere göre…

‘26 Ocak 1926 Salı günü Ankara İstiklâl mahkemesinde yargılandı. Risaleyi kanunun çıkarılmasından önce yayımlamış olduğunu, içerikleriyle ilgili görüşlerinden vazgeçmemiş olduğunu, bununla birlikte kanuna karşı bir harekette bulunmadığı şeklinde bir ilk savunma yaptı. Mahkeme başkanının şapka ve sarığı karşılaştırarak, ikisinin de bez parçasından ibaret olduğunu söylemesine karşılık, hakimin arkasındaki bayrağı göstererek onun ham maddesinin İngiliz bayrağının ham maddesiyle aynı olduğunu söyleyerek cevap verdi.’

Şevket Süreyya Aydemir tanıklığını şöyle anlatıyor: “Hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu. Müderrisin başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi. Suçu, o sıralar yayınlanan şapka kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç, bir takım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti.”

Nitekim mahkemenin gerekçeli kararının girişinde de “şapka kanununa muhalefet” ifadesi geçtikten sonra diğer ithamlar sıralanır.

Gelelim Nazım Hikmet meselesine…

Özgür Özel’in Nazım Hikmet’i sadece ölüm yıldönümünde değil “doğum yıldönümünde” de andığını fark ettiğimde çok şaşırmamıştım. Özel’e göre Nazım Hikmet bir “mazlum”du.

Nazım Hikmet hakkındaki davalara ve tarihlerine bakalım:

Ankara İstiklal Mahkemesi yargılamasında gıyaben 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. (1924)

Komünist partiye üye olmaktan 3 ay ceza aldı. (1927)

Ülkeye kaçak girdiği için 3 ay cezaevinde kaldı. (1928)

Yargılandı, beraat etti. (1931)

Süreyya Paşa’nın babasına hakaretten 1 yıl hapse çarptırıldı, affa uğradı. (1933)

Askeri mahkeme tarafından 15 yıl hapse mahkum edildi. (1937)

Birkaç ay sonra iki dava birleştirildi ve cezası 28 yıla çıkarıldı. (1938)

Hapisten kaçıp Sovyetler Birliğine sığınmasından söz etmeden sadece bu suçlama ve cezaları göz önünde bulundurursak, Mustafa Kemal’in sağlığındaki “Cumhuriyet Türkiyesi”ne göre Nazım Hikmet bir suçludur.

Şiirler yazması, gazetelerde yazılarının yayınlanması dolayısıyla korkunç cezalara çarptırılmıştır.

Tamam, bunu bir tarafa bırakalım.

Özgür Özel, sadece şair Nazım Hikmet’e değil “militan”lara da sahip çıkmış.

Bakın meclis kürsüsünde şunları söylemiş:

"Deniz Gezmiş de Yusuf Aslan da Hüseyin İnan da onurumuzdur. Onların mücadelelerinin önünde CHP olarak saygıyla eğiliyoruz."

Sözünü ettiği kişiler, yine Kemalist bir gazeteye göre “Cumhuriyet Türkiyesi”nde polise silahlı saldırıda bulunmuş, banka soymuş, gasp suçu işlemiş, ülkede rejimi değiştirmek için “Silahlı mücadele başlatıldığını” ilan etmişlerdir.

Tamam, bana göre de idam çok ağır bir ceza; ama mezkur kişiler de şiir yazıp gazetecilik faaliyeti yürüten kişiler değildir.

Esas meseleye gelirsek…

Ortada hukukun tümüyle ayaklar altına alındığı bir “İstiklal mahkemesi” kararı var ve bu karar sonucunda bir İslam alimi idam edilmiştir.

Evet, Nazım Hikmet’e verilen ağır cezaların da hukukla, adaletle bir alakası yoktur.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları da Amerikan destekli darbe yönetimi tarafından “intikam amaçlı” olarak idam edilmişlerdir.

İskilipli Atıf Hoca’ya idam cezası verenler de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idam ettiren, Nazım Hikmet’i zindanlarda süründüren zihniyet de aynı Kemalist zihniyettir. Kemalizm, Atıf Hoca’yı idam ettiğinde ırkçı-ittihatçı, Nazım Hikmet’i zindanlara atarken, “Musollini’ye selam gönderecek” kadar faşizme yakın, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idam ederken, “Amerikan kontrolünde sağcı” bir görünümdeydi.

Günümüz CHP’sinin “liberal sol”a yakın Kemalizm’inin aşırı sola sıcak mesajlar göndermesinin anlaşılmayacak bir tarafı yoktur. Neticede ideolojik bir akrabalık söz konusudur.

Sorun, ortada adalet ve hakkaniyetin olmaması, “liberal sol” da olsa Kemalizm’in zalimce bir idamı savunuyor olmasıdır.