Yine bir deprem ve yine mide bulandırıcı davranışlar.
Kimileri alanda canını dişine takarak enkazdan bir can daha kurtarabilir miyim çabasında iken, kimileri enkaza dönüşen evlerine bakıp üzülenlere nasıl yardım edebilirim çabasında iken, kimileri de maalesef deprem enkazının üzerinde tepinmeye devam ediyor.
Daha fazla maddi kazanç için usulüne uygun yapılmayan yapılar nasıl ki zamanla çürüyorsa ahlak ve adaletten uzaklaşan vicdanlar da zamanla çürüyor.
Kurtarma çabalarını siyasi ranta dönüştürme hamlelerini, en hassas anlarda siyasi rakiplerini yalan beyanlarla zora düşürme gayretlerini, maskeler takarak zehir kusanları gördük maalesef.
Bir partinin temsilcisi “devlet binaları yıkıldı” diyerek iktidardaki partiyi suçluyor; ama ildeki kendi partisinin belediye binasının yıkılmak üzere olduğu çıkıyor ortaya. Vicdani çürüme, yalandan dolayı özür dileme erdemini göstermesine müsaade etmiyor. Özür dileme insani bir erdemdir; ama çürümüş vicdan bunu “oy kaybı” olarak görebiliyor.
Bazı tiplerin sanki kendini kurtarmış gibi, cennetlik olduğunu garantilemiş gibi, depreme maruz kalanlara “bu sizin günahlarınızdan dolayıdır” tarzı sözlerini eksen alıp dine, dini tavsiye nasihat ve uyarılara savaş ilan eden eblehlere tanık olduk her zamanki gibi.
İki-üç kendini bilmezin insani olmayan sözleri bir tarafa milyonların dualarını ve iyi dileklerini görmezden gelmenin vicdani çürümeyle bir ilgisi yok mu?
Bir çocuğu kurtarmanın, üç gün sonra enkaz altından çıkarmanın sevinciyle tekbir getiren, Allah’a şükreden ekiplere dil uzatmanın, çemkirmenin, vicdani olduğu kadar ahlaki ve insani çürümeyle de alakası yok mudur?
Deprem esnasında korku içerisinde, istemsizce Kelime-i Tevhidi tekrarlayanların, tevbe ettiklerini söyleyenlerin görüntüleri bir şeyler hatırlatmalıydı, öyle değil mi?
Her musibet ölüme hazırlıklı olmayı, tevbeyi hatırlattığı için elbette uyarıdır. Her küçük deprem, “büyük deprem olan kıyameti”, Allah’tan başka sığınağın olmadığını hatırlatmalıdır.
Bir de vicdanı çürümüş medya…
Kendi cenahında meydana gelen yanlışlara kör, karşı tarafa ahlaki değerleri ayaklar altına alan bir tarzda saldıran medya…
Vicdanların binalardan çok daha fazla çürüdüğünü gösterdiler bize…
Daha ilk andan itibaren tabiri caizse enkazın üzerinde tepinip durdular. “Elbirlik çabalayıp bu çürümüşlüğe karşı duralım ve toplumu kemiren ayrık otlarını temizleyelim” diyeceklerine belge savaşlarına girip birbirlerini suçlama yoluna gittiler.
İslami yardım kuruluşları daha ilk andan itibaren ihtiyaç sahiplerine yardım, kurtarma ekiplerine destek için deprem bölgesinde olmasına rağmen “neden alanda yoklar” iftiralarıyla kindar taifenin değirmenine su taşımanın derdine düşen zavallılara şahit olduk.
Vicdani çürümenin her tarafı sardığı bir zamanda binalardaki çürümeden söz ediyorsak çözümü yanlış yerde arıyoruz.
Biraz daha fazla kazanayım diye işçinin emeğinin karşılığını vermeyen, yaptığı işi gereği gibi yapmayan kişinin vicdanı ne kadar çürümüşse, bir miktar dünyalık için rüşvet alarak yapılan işe onay veren görevlinin de vicdanı o derece çürümüştür.
Sorumsuzlar tüm varlıklarını vererek girdikleri daireden çürük raporuna rağmen çıkmayan insanlar değil, çürük yaparak katliama sebebiyet veren işadamları, rüşvet alarak onay veren görevliler, çürümüşlüğe müdahale etmeyen merkezi otorite ve adalet sistemidir.
Kurallar koyar, denetimleri artırır, ağır cezalar koyarsın; ama adaleti yerleştirmek ve ayakta tutmak, vicdani çürümeyi en aza indirmek için çaba harcamadığın sürece sızıntılar oluşur ve bu da “yolsuzluk” isteyenlere yeni yolların oluşmasına neden olur.
Aslolan çaba harcamaktır ve hiçbir çaba boşa gitmez.
“Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. O, kalplerin içinde ne varsa onu da hakkıyla bilendir.” (Fatır/38)