Bir fikrin, bir inancın, bir kültürün, siyasete, ticarete alet edilerek istismar edilmesi son derece çirkin bir davranıştır.

Laik çevrelerin yıllardır muhafazakar kesime yönelttikleri eleştirilerinden en önde geleni “dini siyasete alet etmek” idi. Aslında çok da haksız sayılmazlardı.

Halkın dini değerlere saygı gösterdiğini anlayan siyasetçiler hoyratça bu değerleri sömürdüler ve halkın desteğini bu şekilde aldılar.

Süleyman Demirel bu konuda en önemli örneklerdendir.

Kendisini ziyarete gelenleri inanç ve fikir durumuna göre farklı yerlerde kabul ettiği söylenir. Nur talebelerinden biri kendisini ziyarete giden arkadaşlarını, Demirel’in, üzerinde Said Nursi cübbesi ve kırmızı kaplı kitapla karşıladığını söylemişti.

Yıllarca “Nurlu Süleyman” diye anıldı.

“Devletin tepesine” çıktığında artık gerçek yüzünü ortaya koymasının vakti gelmişti.

“Türban gericiliktir” dedi ve bununla da yetinmedi “Başı bağlı okumak isteyenler Suudi Arabistan’a gitsin” dedi.

Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrası, Beethoven’in “9. Senfoni”sini çalmış ve Demirel ayağa kalkıp, Orkestrayı göstererek; “İşte Çağdaş Türkiye tablosu” demişti.

Kemalist çevrelerde de yer yer dini kullanarak siyasette prim yapma çabaları söz konusu olmuş; ama birçok kez rezil olmuşlardı.

Öyle ya 1950’den sonra artık seçimler söz konusuydu ve aşağıladıkları “Anadolu halkından” oy isteyeceklerdi.

Ondan önce böyle bir sorunları yoktu.

1944’te Ankara valisi Nevzat Tandoğan, Osman Yüksel’e çok rahatlıkla şu sözleri söyleyebiliyordu:

"Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek!"

İlk seçimde Kemalistler yenildi; ama devletin karar mekanizmalarında her zaman yerlerini korudular.

İstedikleri şeyleri, muhafazakar oylarıyla seçilen partilere yaptırdılar.

Muhalefette olmanın keyfini yıllarca yaşadılar. Diğer partileri “dini siyasete alet etmekle” suçladılar; ama her fırsatta Atatürk’ü siyasi hedefleri için istismar etmekten çekinmediler.

Refahyol koalisyonu için “hacı-bacı” nitelemesiyle aşağılayan, Merhum Erbakan’ı “dini istismar etmekle” suçlayan 28 Şubat’ın aktörleri, Atatürk istismarıyla devlet kurumlarının içini öyle bir boşalttılar ki, halk 2001’de Cumhuriyet tarihinin en büyük kriziyle yüz yüze kaldı. 

Şimdilerde yine istismarcıların yaptıkları konuşuluyor.

 Bodrum’daki villalardan, İzmir’deki çiftliklerden, tarım arazilerine kondurulan köşklerden…

Ahmet Hakan “Yıllardır “din ticareti” deyip duruyoruz ama Atatürk ticaretinin kârlılık oranı galiba daha yüksek” diye yazdı.

Özdil’in 2500 liraya sattığı kitap sadece bir örnek…

Aslında işi ticarete dökenlerin çoğu ahireti çok da umursamadan bu dünyadaki kazancına bakıyor. Bir hayır işi yaptığında da öyle bir reklama çeviriyor ki, insanların gözleri kamaşıyor.

Oysa gösterişle, istismarla elde edilen kazancın, siyasi ve ticari rantın sonu çok kötü olacaktır.

Sahih-i Müslim’de şöyle bir rivayet vardır:

“Ebu Hureyre radıyallahu anh  Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak:

– Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur.

– Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.

– Yalan söylüyorsun! Sen, “yiğit adam” desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.

Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:

– Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar.

– İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum, cevabını verir.

– Yalan söylüyorsun! Sen “âlim” desinler diye ilim öğrendin, “ne güzel okuyor” desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır.

Allah’ın kendisine mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.

– Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur.

– Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızan için harcadım, der.

– Yalan söylüyorsun! Halbuki sen, bütün yaptıklarını “ne cömert adam” desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur. Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.”

Rabbim amellerimizde ihlas nasip etsin!