Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın okuduğu hutbe sonrası ülke gündemi bir anda değişti. Aslında son birkaç yıldır olduğu gibi Mübarek Ramazan ayında Müslümanlara ve değerlerine hakaret etmek için bir hamlede bulunulması beklenmeyen bir şey değildi. Hem salgın ortamının getirdiği karantinalar hem de ölümün hemen yanı başımıza gelmesi “bir tefekkür ortamı oluşturabilir mi?” diye de düşünmeden edemiyorduk.

Ama yanılmışız.

Doğrusu Ankara Barosunun “İslam düşmanlığını” bu kadar aleni bir şekilde ifade etmesi de CHP ve HDP’den giden destek mesajları da içinde bulunduğumuz atmosferden dolayı bizi şaşırttı. Sürekli kutuplaşmadan söz edenlerin, ifade özgürlüğünü savunduğunu iddia edenlerin Müslümanların, temel kaynaklarından yola çıkarak helal ve haramların neler olduğunu söylemesine bile tahammül göstermedikleri net olarak ortaya çıktı.

Elbette iğrençliği savunan ve bundan dolayı iğrençliği lanetleyen Ali Erbaş’ı hedef gösteren “Baro açıklaması”nın dayandığı metnin “İstanbul sözleşmesi” olduğunu söyleyebilirsiniz ve bunda haklısınız. Bu sözleşmenin “muhafazakar bir hükümet” tarafından kabul edilmesinin ve halen yürürlükte tutulmasının bir facia olduğunu da söyleyebilirsiniz ve elbette bunda da haklısınız.

Ama “Baro açıklaması” ne sadece “sözleşme” ile ne de iğrenç sapkınlığı “onur” ile ifade etme saçmalığı ile alakalıdır. Ali Erbaş’ın hutbesini değerlendirirken kullanılan “Sesi çağlar öncesinden gelen bu şahıs şeklindeki aşağılama da “kan kokan” ifadesi de “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” iddiası da aslında kin ve düşmanlığın dışa vurumudur.

İslam’a, İslam’ın değerlerine ve sembollerine nasıl bir düşmanlık içerisinde olduklarını gayet iyi biliyoruz. Kur’an diliyle cevap veriyoruz: “Kininizle geberin!”

Ali Erbaş için kullanılan “Anılan şahsın içinde bulunduğu takvim yılında yaşamasına rağmen bundan sekiz-dokuz nesil önceki büyükleriyle aynı zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip olmak için insan onuruna karşı gösterdiği büyük direnişten kaynaklanmaktadır” şeklindeki sözleri ise kin ve düşmanlık ile beraber çelişkilerini ve ikiyüzlülüklerini ortaya koymaktadır.

DİB Hukuk müşaviri Adnan Üstün, şu cümleleriyle ikiyüzlülüklerini deşifre edip hak ettikleri cevabı vermiştir:  

“İnsan tabiatına ihanet etmeyip, sadık kalmayı "dogmatik" olarak nitelendiren sizler biliniz ki; biz sadece 8-9 kuşak önceki temiz atalarımızla aynı duygulara sahip değil, daha ötesi ilk insan Hz. Adem'e varıncaya kadar bütün "temiz ve iffetli" kalan insanlıkla aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyoruz...

Biz, sadece çocuk tecavüzcülerine değil, bütün taciz ve tecavüzlere en şiddetli yaptırım ve cezaların  (idam dahil) uygulanmasını teklif ederken;  insan haklarını, hak ve hukuku alet ederek buna karşı çıkan sizlersiniz... Samimi değilsiniz!”

Yüz yıllık “Değiştirilmesi teklif dahi edilemez” dogmalar konusunda sesini çıkaramayanların İlahi hükümler konusunda herzeler savurması köksüzlüklerinin, kişiliksizliklerinin, devşirme olduklarının en açık göstergesidir.

Bu arada ilahiyatlardaki nisbi sessizlik üzücü. Meselenin ayrıca ilmi olarak da izah edilebileceği böyle dönemlerde ses vermek önemli. Bu arada küresel emperyalizmin, ektiği tohumlardan az da olsa verim aldığı da maalesef görünmektedir. Bakın yıllarca muhafazakar partilerde siyaset yaptıktan sonra CHP’de vekil olan Mehmet Bekaroğlu nereden beslendi ve neler dedi: “Türkiye’de genel din anlayışı. Fundamentalizm dediğimiz köktencilik. Yani ayeti okuyor tarihselliği bırakıp bugüne taşıyor. 'Lut kavmi' diyor, taşıyor.”

Evet, tarihselcilik fitnesinden ve emperyalist projenin İslam dünyasından fıkhı, şeriatı, iyiliği emretme kötülükten sakındırma bilincini ortadan kaldırma çabasından söz ediyorum. İngiliz projesi Seyyid Ahmed Han ile başlatılan bu fitne, her türlü cinsel sapkınlığın da, ekonomik ve kültürel alanda liberal sistemlere angaje olmayı da beraberinde getirmektedir.

Kur’an’ın Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselamdan binlerce yıl önceki bir iğrençliği (Lut kavmi) ve o toplumun uğradığı ilahi azabı anlatması aslında “el İslam”ın temel emir ve yasaklarıyla tarihin her döneminde aynı mesaja sahip olduğunu göstermektedir.

Tarihin her dönemindeki sapkın ve saptırıcıların sözleri de aynıdır: “Kavminin cevabı: 'Lut ailesini şehrinizden sürüp çıkarın. Temiz kalmak isteyen insanlarmış' demekten başka olmadı.” (Neml/56)