Amerika’nın son dönemlerde bazı ülkelere karşı “Havuç ve sopa” siyasetini kullandığı sıkça dillendiriliyor.

Aslında bu siyaset çok uzun yıllardır kullanılıyor; ama dönemin ruhuna uygun olarak sarf edilen argümanlardan dolayı bir farklılık olduğu havası oluşabiliyor.

Bu bazen bölgesel bazda cereyan ediyor, bazen de bir ülke hedef alınarak uygulanıyor.

Evet, “Havuç ve sopa siyaseti”.

Kısaca tanımlarsak, “Havuç ve sopa siyaseti”, belli bir sonuca ulaşmak için ödül ve yaptırımların birlikte kullanılmasıdır.

Ortadoğu’da İran’a yönelik yaptırımlar artarken, özellikle körfez ülkelerine silah yığılıyor, bölge savaş gemileri ile dolduruluyor.

Amerika muhtemel bir savaş durumunda “dostlarına” onları koruyacağını söylüyor.

Ama asıl olarak yapılan şey “İran tehdidi” üzerinden işgalci israil’e daha fazla alan açılmasıdır. Artık bir süredir körfez için israil, söylemde bile bir tehdit olmaktan çıkarılmıştır. Hatta ticari ilişkiler geliştirilmekte ve son olarak ortaya çıkan bilgilere göre Suudi topraklarında işgalci israil için askeri üs imkanı oluşturulmaktadır.

Bunun en ciddi yansımaları ise Filistin’de görülecektir.

“Yüzyılın anlaşması” denilen ihanet belgesinde zengin Arap ülkeleri üzerinden sıkıntılarla boğuşan Filistin’e para aktarılması konuşuluyor. İsrail işgalinin meşrulaştırılması karşılığında Filistin’in umutları, mücadeleleri para karşılığında satın alınmaya çalışılıyor.

Eğer Filistinliler bunu kabul etmezlerse ağır yaptırımların devreye girmesi, Gazze ve Batı Yaka’da nefes alamayacak bir ortamın oluşturulması hedefleniyor.

Benzer bir siyaset Türkiye’ye karşı da yürütülüyor.

Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin hassasiyetlerini gözetmeden oluşturulan durum karşısında gösterilen tepkiyi ilkin iyi okuyamadı Amerika. Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi sonrasında yaşanan gel-gitlerin durulması, ardından da Türkiye ile Rusya arasında ikili ilişkilerin gittikçe bir askeri ve ekonomik işbirliğine dönüşmesi onları tedirgin etti.

S-400’lerin gündeme gelmesine ilkin fazla ses çıkarmadılar. Herhalde ya bu işin sonuçlanmadan bozulacağını sandılar ya da Türkiye’deki siyasi iklimin değişmesini umdular ki belirgin bir tepki koymadılar ortaya.

Sonra anlaşmanın detayları ve teslim tarihi konuşulunca işin rengi değişti.

Daha önce Türkiye’nin taleplerini reddeden Amerika bu kez Patriot füze savunma sistemini satmaya çalıştı.

Teknolojisi düşük; ama fiyatı yüksek Patriot yerine daha ucuza gelen S-400 alacağını söyledi Türkiye ve Rusya ile ortak üretime geçileceğinden söz etti.

Amerika “S-400, NATO sistemine uyumlu değil” diye itiraz ediyor, ama aslında işin içerisinde kendisine göbekten bağlı, yağlı; ama kanaatkâr bir müşterisini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu görüyor.

Önce Türkiye’nin parasını ödediği F-35 savaş uçaklarını vermeyeceklerini söylediler, ardından ambargo ve yaptırımlardan söz etmeye başladılar.

Tam bu sıralarda Menbiç’te ortak devriye atılması konusunda anlaşma yapılıyor, “güvenli bölge” konusunda anlaşmaya yakın oldukları imajı veriliyordu. Amerikan özel temsilcisi James Jeffrey, kelimelerini dikkatli seçiyor, anlaşmanın yakın olduğundan söz ediyordu.

Ama Amerika, PKK’yi korumaya, silahlandırmaya devam etti ve bu durum Türkiye’de büyük tepkiye neden oldu.

Amerika yaptırımlardan, Türkiye kendi yoluna bakacağından söz etmeye devam etti.

Sonra Trump’ın açıklamalarıyla ortam bir anda yumuşar gibi oldu. Trump, kendisinden önceki Amerikan başkanını eleştirdi ve Türkiye’ye haksızlık yaptıklarını belirtti.

Neyse ki, fazla beklemeden değişen havayı etkileyen meseleyi öğrendik: Türkiye, Amerika’dan 100 adet Boeing yolcu uçağı almaya karar vermişti.  

Sanıyorum ki, bu sefer biraz farklı da olsa “Havuç ve sopa siyasetini” Türkiye kullanmış.

Ortada sopa gözükmüyor; ama 100 Boeing için “Havuç” diyebiliriz herhalde.