Medyada günlerce konuşuldu.

Kısaca hatırlayalım.

Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde öğretmenlerin halı saha maçı 9-10, savcının oynadığı takımın maçı ise 10-11 saatlerindeydi. Savcının oynadığı takım sahaya erken gelip maça başlamak istemiş, bir tartışma yaşanmış, bunun sonucunda 14 öğretmen gözaltına alınmıştı, emniyette bir saat bekletildikten sonra serbest bırakılmıştı.

Hakim ve Savcılar Kurulu (HSK) soruşturma başlatmış, hem Adalet Bakanlığından hem Milli Eğitim Bakanlığından hem de sendikalardan açıklamalar yapılmıştı.

Tam da olay kapandı diye düşünülürken savcının açıklaması düştü medyaya.

Şunları söylemiş: “Hakim ve savcılarla birlikte hazırlandığımızı söyledik, ‘Önce biz oynayalım‘ ricasında bulunduk. Ancak arkamı döndüğümde içlerinden biri ‘Savcı kim oluyor…’ diyerek hakaret etmeye başladı.”

Doğrusu ürkütücü sözler…

İnsanın aklına ilk anda “Jüritokrasi” adı verilen ve yargının her şeyi vesayet altında tuttuğu bir yönetim biçimi geliyor.

Öyle ya “devlet memuru” olma anlamında bir öğretmen ve savcı arasında bir fark yoktur. Doğal olarak bir öğretmen de bunu dile getirmiş.

Ama savcı öyle düşünmüyor.

Kendisi yanlış saatte gidiyor ve toplanmış olan 14 kişiye “siz çıkın, biz oynayalım” diyor.

Savcı, devletten aldığı güçle bunu söyleyebiliyor. Bulunduğu konumdan dolayı diğer devlet memurlarından üstün olduğunu, yanlışlık yapsa da bekleyemeyeceğini/bekletilemeyeceğini düşünüyor.

Mesela yanlışı öğretmenler yapsaydı, gelip savcı ve hakimlere “siz çıkın, biz oynayalım” diyebilir miydi? Deseydi ne olurdu?

Cevabı meçhul bir soru değil bu.

Çermik’teki olay çok şeyi söylüyor.

Sonrasında ne olduğu önemli değil.

Önümüzde bir tablo var ve bu tabloya göre hukukun değil yargının üstünlüğü var.

Aslında bu durum resmiyete de dökülmüş durumda.

Örneklendireyim…

Bundan birkaç sene önce medyada yer bulan bir habere göre trafikte ters yola girmiş bir savcıya trafik polisi ceza kesti. Savcı dava açtı ve polis kısa süre içinde para cezasına çarptırıldı.

“Trafik suçu” işleyen kişi “Ben savcıyım” demişti; ama buna rağmen ona ceza kesilmişti.

Ortada bir hata vardı.

Trafik polisi, savcı ve hakimlere trafik suçu işleseler de ceza kesemez, sadece olayı tutanakla kayıt altına alabilirdi.

Hayır, şaşırmayın bunun yasal dayanağı da var.

Bakın Ekim 2010 tarihli bir haber:

“  Kırmızı ışık ihlali yapan CHP Milletvekili Kemal Anadol’a kesilen ceza Ankara 8. Asliye Hukuk mahkemesince dokunulmazlık gerekçesiyle iptal edilince vekiller için yeni düzenleme yapıldı. Hata yapan vekillere artık ceza kesilmeyecek, tutanak hazırlanacak.

Yargı mensupları ve milletvekillerine bugüne kadar kesilen ve ödenmeyen cezaların da iptal edileceği bildirildi. Düzenlenen ceza tutanaklarına itiraz nedeniyle mahkemelerce aleyhte sonuçlanan kararlardan doğan parasal miktar da, cezayı kesen polisten tahsil edilecek.”

Sanırım bunun üzerine söylenecek bir şey yok!

“Savcı kim oluyor?” diyorsanız sonrasını da hesaba katacaksınız.

Gözaltıyla da para cezasıyla da karşılaşabilirsiniz.

Çermik’teki gibi “sabıka kaydı” oluşmasın diye meseleyi karakolda neticelendiren “iyi niyetli” bir savcıya denk gelemeyebilirsiniz.