Çocuk cinayetleri ve istismar vakaları insanlığını kaybetmemiş herkesin yüreğini yakıyor. Son zamanlarda bu olaylarla ilgili yaşanan artış da hem tedirginliği hem de öfkeyi artırıyor. Devletin bu konuda gerekli adımları atmayışı, caydırıcı ve önleyici önlemlerdeki yetersizlik herkesin dikkatini çekiyor.

“İdam geri gelsin” sesleri yükseliyor; ama işin popülizm yönü bir tarafa bunun pek de soğukkanlılıkla düşünülmemiş bir öneri olduğu ortada. Daha yakın dönemdeki hukuksuzluklarla yüzleşememiş bir iktidarın, bir devlet aklının “idam tartışmalarında” meseleyi başka taraflara çekme tehlikesi her an göz önünde bulundurulmalıdır.

Evet, yakın tarihte son derece kirli bir savaş yaşandı bu coğrafyada. Devletin güvenlik birimleri arasında rant savaşının olduğu, birimler arasında infaz ve suikastlerin vuku bulduğu bir ortamda katı laikçi uygulamalarla İslam`ı yaşamak isteyenlere hayat zindan edildi. Sesini çıkarıp tepki gösterenler hukukun tümüyle devre dışı bırakıldığı bir sürecin sonunda fiili olarak da zindanda yaşamaya başladı.

Yakın dönemde 28 Şubatın yargılandığı bir süreci yaşadık/yaşıyoruz. 28 Şubat uygulamaları bir darbe olarak kabul edildi ve darbecilere cezalar veridi. Ama ne acıdır ki, halen 28 Şubat sürecinin ortaya çıkardığı mağduriyetlere yönelik bir adım atılmış değil. İktidarı elinde bulunduran zihniyet konuya “adaletin ikamesi” değil de “devletin işlemesi” zaviyesinden yaklaşıyor. Kısa bir süre önce bir Adalet Bakanı “eski dosyaların açılması iş yükünü artırır” şeklinde fecaat bir açıklamada bulunmuştu. Af talebinde bulunanlar da konunun “adli mahkumlarla sınırlı” tutulması konusunda ciddi bir hassasiyet gösteriyorlar.

Tüm bunlardan dolayı diyoruz ki, hukukun sağlıklı bir şekilde işlemediği bir ortamda idamdan söz etmek çok da doğru bir talep değil. Hele bir de erken yaşta evliliklerin “çocuk istismarına” dahil edildiği bir düzenleme ortadayken daha da dikkatli olmak gerekir.

Biz itirazlarımızı bu şekilde ortaya koyuyoruz; ama laikçilerle aynı noktada değiliz.

Laikçi kesim istismar olayları için “idam ya da kimyasal hadım çözüm değil” diyor.

Peki çözüm ne?

Eğitim…

İyi de bu olayların en fazla yaşandığı yerler eğitim seviyesinin en yüksek olduğu yerlerdir.

O zaman sorgulanması gereken şey eğitimin içeriğidir.

Yapılan iyi şeyleri ve iyi niyetli çabaları göz ardı etmeden halihazırda eğitim sistemi ahlaki değerleri mi önceliyor yoksa kariyeri mi?

Gelecek planlaması sadece maddi hesaplarla yapılamaz!

İyi insan, muhafazakar, statükocu ve donuk zihinli insan demek değildir.

İyilik ve kötülüğün ölçüsü toplum ve çevrede ifsad ve ıslaha yol açıp açmamasıyla belirlenir.

Mesele sadece dini eğitim değil, aslolan “ruhu alınmamış” biri dini eğitimdir.

Kötü niyetli “zındıka komitelerinin” tahrip çabalarına karşı teyakkuzda durmak, koyun postunda kurtları hatta domuzları tespit etmek ve dikkatli olmak gerekir.

Elbette dini eğitim veren medrese ve kurslar kendilerini sorgulamalı, zamanı ve zemini iyi anlamalıdır; ama birkaç kötü örnek üzerinden genel bir karalamaya izin de verilmemelidir.

Hepsi bir yana eğitim, bir yap-boz işi değil, sabır ve çaba gerektiren bir olgudur. Her bakan değişiminde sistem değişikliklerinin gündeme gelmesi meselenin ciddiye alınmadığını göstermektedir.

Eğitim sistemi deneme tahtası, hukuk sistemi evlere şenlik!

Ve böyle bir ortamda idam tartışmaları…

Hiç sağlıklı değil.

Üstelik çıkan yasaların geriye dönük işlemediği gerçeği ortadayken…

Eğer yaşanması muhtemel yeni vakalar için bir şeyler düşünülüyorsa ilk yapılacak iş güvenlik politikalarında öncelikleri değiştirmek, kriz masaları oluşturmak, önleyici tedbirleri devreye koymaktır.

Bu önlemler sağlıklı düzenleme ve politikaların da önünü açacaktır.