Siyasette “Güç zehirlenmesi” diye bir kavram kullanılır.
Kimi kişi ya da gruplar sahip oldukları güçten dolayı artık her şeyi yapabileceklerini düşünür ona göre davranırlar.
Türkiye`de 15 Temmuz`a doğru giden süreçte bunun tipik bir örneğine tüm kamuoyu şahit oldu.
Bürokrasiyi ve silahı elinde bulundurduğunu düşünenler kumpaslardan katliamlara kadar her yola başvurdular.
Doksanlı yıllarda ise başka bir grup aynı zanna kapılıp birçok suça bulaşmıştı.
Keza çözüm sürecinde malum örgütün yaptıklarını zikretmeye gerek yok!
Oysa insanlık için de, adalet için de dinin ve geleneğin birikiminden faydalanmak istikamet için son derece önemlidir.
Bakın “İlmin kapısı” denilen Hz. Ali, vali olarak atadığı Malik Eşter`e tavsiyelerinde ne kadar önemli öğütlerde bulunuyor:
“Alçak gönüllü ve ölçülü ol. Affettiğinden dolayı asla pişman olma ve cezalandırman için de asla sevinme. Sakın 'ben tam bir kudret sahibiyim, emrederim, itaat ederler' deme. Çünkü böyle bir davranış felaketle sonuçlanır.”
Bu yüce gönüllülüğe ulaşmak elbette ki zordur; ama bunun için çaba harcamak da önemlidir. Allah`ın bu yolda kime başarı vereceğini bilemeyiz.
Doğru olmak ve hakta sebat etmek nihayetinde dünyada da ahirette de kazandıracaktır.
Murakabe her aşamada hayati önemdedir.
Gün olur birilerini eleştirirsin ve eleştirinde haklı da olabilirsin; ama aynı durumla karşı karşıya kaldığında eleştirdiğin duruma düşmüyorsan ilkelerinde sebat etmişsin demektir. Yok, başkası için eleştirdiğin hareketleri kendin için meşrulaştırma yoluna gidiyorsan tehlikeli bir yoldasın.
Elindeki güce Hak yön veriyorsa ortaya adalet çıkar. Güç, cahili yargıların kontrolüne girdiğinde “Devlet millet içindir” düşüncesi, yerini “Tüm millet devletin bekası için feda edilebilir” yargısına bırakır.
Oysa inancımızda kutsal ve muhterem olan şeylerin yeri farklıdır.
Rasulullah aleyhissalatu vesselamın Kâbe`ye bakarak şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Kuşkusuz Allah seni çok şerefli, çok mükerrem, hürmetli, çok azametli kılmıştır; fakat mü'min senden daha hürmetli, daha saygıdeğerdir!” (İbn-i Mace, Fiten: 2)
İnsanların haksızlığa uğradığı bir memlekette, Allah`ın adını yücelttikleri için eziyet gören mü`minlerin adalet beklediği bir memlekette, huzur ve güvenin tesisi de çok zordur.
Halkın hatırı için Hakk`ı terk etmek de Hakk adına konuşup halkın arasında adaletle hükmetmemek de iyi birer yol değildir.
Hz. Ali`nin öğütlerini aktarmaya devam edelim:
“Herkesin benimsediği ve halkın iyi bir şekilde uyguladığı güzel bir âdeti sakın kaldırayım deme. Bu güzel adetlerin faydasını giderecek yeni bir şey oluşturmaya da asla kalkışma.
Memleketin faydasına olan işleri tespit etmek ve senden önce insanlara huzur, güven, doğruluk ve iyilik sağlaya gelmiş şeyleri devam ettirmek hususunda ilim adamları ve konuya vakıf insanlarla sürekli olarak görüş ve danış.
Etrafındakilerden, ileri gelenlerinden ve akrabalarından hiçbirine katiyen devlet elindeki imkânlardan yararlanma hakkı verme.
İyi bil ki toplumda çeşitli kesimler vardır. Bunlardan her birinin iyiliği, diğerlerinin iyiliğine bağlı olup, bunlardan hiçbiri diğerinden müstağni olamaz. Bunların hepsine iyi muamele et.
Halk arasında hüküm vermek için öyle birisini seç ki, hatasında ısrar etmesin, hakkı gördüğü an döneceği yerde dili tutulup kalmasın, hiçbir zaman şiddetli istediği bir menfaatin kaybolacağı gibi bir endişeye düşmesin.
Sakın şahsi yakınlıktan dolayı veya etki altında kalarak hiçbir kimseye görev verme.”
Hikmetle davranıp iş yapmak da, hikmetle davranıp öfkenin esiri olmamak da Müslümanlar için önemli vasıflardır.
Eskiler “İki ölç, bir biç” derken adalet hassasiyetine de dikkat çekmişlerdir.
“Adalet mülkün temelidir” demiş büyük halife Hz. Ömer.
Yazımızı yine Hz. Ali`nin şu sarsıcı uyarısıyla bitirelim:
“Adaletten asla ayrılma. Şayet böyle yapmazsan haksızlık yapmış olursun. Hâlbuki insanlara zulmedenlere karşı bu mazlumların davacısı bizzat Allah`ın kendisidir.”