ABD Dışişleri Bakanlığı bürokratı Tina Kaidanow, Türkiye`nin Rusya`dan S-400 hava savunma sistemi almasına itiraz ederken şu ilginç ifadeleri kullandı:
"Türkiye'nin hava savunmasını güçlendirmek istemesini anlıyoruz. Ama bunu yaparken tüm NATO ülkelerinin NATO sistemleriyle birlikte çalışabilen teçhizatı tedarik etmeleri gerekir. Bir Rus sistemi bu standardı sağlamayacaktır.”
NATO ülkeleri arasında bu anlamda çok keskin standartların olmadığını hemen herkes biliyor. Mesela Almanya, Bulgaristan ve Romanya`nın S-200 ve S-300 füzelerini daha önceden Rusya`dan alıp kullandıkları biliniyor. Bunların yanı sıra Yunanistan`ın hem kendisi hem de Kıbrıs Rum kesimi için S-300 füzesi almasının üzerinden çok zaman geçmedi. Üstelik S-300`lerin Rum kesimine teslim edilmesi töreninde konuşan Yunan Savunma bakanı, Rusya ile yaptıkları anlaşma çerçevesinde S-300`lerin modernize edilerek S-400`e dönüştürüleceğini söylemişti.
Bu ülkelerin hiçbiri için “NATO standardı” gibi bir engelden söz edilmemişti.
İşin aslı NATO`nun öyle bir standardı yoktu. Nitekim NATO genel sekreteri Stoltenberg, ‘Türkiye`nin S-400 sistemlerini alma hakkının` olduğunu söylemişti.
Eğer belirgin bir NATO standardı olsaydı üye ülkelerin tümünde aynı silahların olması gerekiyordu; ama mesela Patriot füzelerinin konuşlandırılmasında ve kontrolünde Türkiye`nin hiçbir etkisi yoktu. Füzelerle beraber füzenin geldiği ülkenin askerleri de geliyor ve kontrolünü sağlıyorlardı. Türkiye`nin hiç ihtiyacı yokken konuşlandırılan füzeler, Suriye iç savaşıyla birlikte ihtiyaç hasıl olduğunda sökülüp götürülmüştü.
Görünen o ki, standartları Amerika belirliyor ve istediği yerde, istediği ülkeye karşı uygulamaya koyuyor. Standartları istediği zaman değiştiriyor, istediği zaman da görmezden gelebiliyor.
Musul ve Rakka`da ölçüsüz bir bombardımanla binlerce kişiyi katleden Amerika, yüzsüzce, başka olaylar karşısında “ölçüsüz şiddet”e karşı olduğunu, “sivil kayıplarından kaygı duyduğunu” söyleyebiliyor.
Kimi yerlerdeki yönetimlerden rahatsız olduğunda “diktatörlük” suçlamasında bulunuyor, “anti demokratik yasalardan rahatsız” olduğunu söylüyor; ama Ortadoğu`nun en hukuksuz monarşilerinden “dost” diye söz edebiliyor. Ortada bir dostluğun olmadığını, meselenin kaynakların sömürülmesi olduğunu artık herkes biliyor.
Kuzey Kore ve İran`ın nükleer projeleri için “kabul edilemez” ve “savaş sebebi” nitelemelerinde bulunuyor Amerika; ama terör çetesi Siyonist rejimin nükleer silaha sahip olmasından, sivillere yönelik vahşi katliamlarından, çocukları alıkoymasından dolayı hiç rahatsızlık duymuyor.
İşin aslı Amerika, çıkarlarından ve israil`in güvenliğinden başka bir standarda sahip değil.
Amerika, dünya barışına, istikrarına ve huzuruna kasteden büyük bir tehdittir.
Çıkarları için bağımsız politika sahibi olmak isteyen ülkeleri tehdit olarak görüyor.
Ülkelerin iç işlerine karışıyor, ortamı manipüle ediyor, toplumsal olayların zeminini hazırlıyor.
Afganistan`daki son Amerikan hamlesi bunu net olarak göstermektedir.
Bölge ülkeleri Afganistan`da iç barışı temin için çağrılarda bulundular ve bu çağrılar savaşan taraflarda da yankısını buldu. Türkiye, Endonezya ve Özbekistan`da konferanslar düzenlendi ve iyi dileklerde bulunuldu. Afgan yönetimi Taliban ile görüşmeye hazır olduğunu söyledi, Taliban`dan da ılımlı mesajlar geldi.
Taliban`ın barış görüşmeleri için tek şartının “yabancı güçlerin ülkeyi terk etmesi” olduğu biliniyor.
Tam Afganistan`da barıştan söz edilirken Amerikan yönetimi, ülkeye 1000 Amerikan askeri daha gönderme kararı aldığını açıkladı.
Tam bu sıralarda da Afgan hava kuvvetlerinin bir “Hafızlık medresesini” bombaladığı ve bu bombalamada yüzden fazla kişinin öldüğü haberi duyuldu.
Afgan Havva kuvvetlerinin ne kadar Afgan ne kadar Amerikan olduğunu sanırım değerlendirmeye gerek yoktur.
Amerika barış olmasını istemiyor.
Yani Amerika`nın Afganistan`da istediği şey kaos, karmaşa, kör şiddet ve yıkımdır, başka değil.
Bu aslında Amerika`nın “dostları” haricinde tüm dünya için istediği “standart” tablodur.