Tarih 31 Mayıs 1998'i gösterirken, ABD'deki Yahudi lobisinin etkili kuruluşu JİNSA, REFAH-YOL Hükümetini kendilerinin düşürdüğünü deklare ediyordu. 28 Şubat davası tutanaklarında da yer alan JINSA, ABD merkezli siyonist bir Yahudi kuruluşu olduğu tescillenmişti. JINSA, Pentagon ile Tel Aviv arasında çok önemli bir köprü görevi üstlenmiş durumdaydı. Örgüt, İsrail`in ABD'deki dışişleri ve savunma mekanizması gibi çalışıp durmaktaydı. Siyonistlerin menfaatini savunmayı kendisine şiar edinmiş bu örgüt, aynı zamanda 28 Şubat sürecinin mimarları darbeci generallerin danışma mercii olarak da hareket etmekteydi.
28 Şubat post modern darbenin mimarlarından olan dönemin GK Başkanı Orgeneral İ. Hakkı Karadayı ve Çevik Bir'in Gölcük'te ABD'li üst düzey generaller ile görüştüğü ve JINSA yetkililerine brifing verdiği bilgisi basına yansımıştı. Darbe öncesinde yaşananlar, söz konusu fitne kuruluşunun darbe sürecinde ne kadar etkin bir rol oynadığının apaçık delilidir.
Tarihler 2000'i gösterdiğinde, BÇG ve FETÖ'nün emriyle dindarlara yönelik bir cadı avı başlatılmıştı. Camilere, Kur'an Kurslarına ve evlere yapılan baskınların ardı arkası kesilmek bilmiyordu. Camide çocuklara Kur'an-ı Kerim dersi verdiği için gözaltına götürülen insanlar, ağır işkencelerden geçirilip ya öldürülüyor veya hapse atılıyordu. Ömürlerinin baharında zindanı boylayan nazeninler ise, bugün cezaevlerinde ihtiyarlık şafağıyla doğdular.
O dönemin canlı tanıklarından biri de bu kardeşinizdir. Yıl 2001, aylardan Aralık. Zemheri soğuklarının iliklerimize kadar işlediği zorlu kış mevsimi hüküm sürmekte. Diyarbakır MEM kapısında elimde evraklarım, sürgüne gitme hazırlığı yapıyorum. Hainler tarafından alıkonulup götürüldüğüm günleri daha dün gibi hatırlıyorum. Zalimler, kafama silah dayayıp ellerimi arkadan kelepçelediler. Biraz dolaştırıldıktan sonra Emniyete götürülmüştüm. Gözaltında günlerce tutularak günde üç öğün, bol elektrikli işkence görüyordum.
En kötü işkence çeşidi ise, gece yarısı yapılanıydı. Konuşmalarından FETÖ mensubu olduğu anlaşılan işkencecilerden biri, ağza almaktan utandığımız küfürler savurarak şöyle demişti:
"Oğlum, gecenin bu vaktinde eşlerimizin kucağını terk edip buradaysak ve size işkence ediyorsak bu Allah'ın rızası içindir."
Gayri ahlaki müzikler eşliğinde, gece yarılarına dek işkence yapılmaktaydı. Bu sadist duygularla bir Müslüman'ı günlerce, haftalarca ve hatta aylarca gözaltında tut, ona işkence yap sonra bunda da 'Allah rızası' ara. Yezid ve avanesi tarafından Hz. Hüseyin ve yarenlerine reva görülen zulüm de aynı mantıkla yapılmamış mıydı? Bu köle zihniyetlilere sevap kazanmak için günah işleme serbestliğinin fetvasını hangi makam vermişti? Olsa olsa Loca efendilerinden fetvalarını almışlardı. Nasıl olsa meleklerin-haşa-sol eli bağlanmıştı.
Allah Resulü (s.a.v)'in şu hadisini nereye koyacaklar?
"Öldürmek istediğiniz kuduz bir köpek dahi olsa, ona işkence yapmayınız."
Bunların İslam düşünce şekli, Pavlus'un düşünce şekliyle birebir örtüşmekteydi. ABD emperyalizmi ve Siyonist İsrail'in razı olacağı bir anlayışa sahip olmaları İslam'a büyük zarar vermekteydi. Dinler arası diyalog ve Ilımlı İslam Projelerinin fikri dayanağı da, yine bu Yahudi kuruluşu JINSA' ya dayanmaktaydı. Bu projeyle, emperyalistlerin razı olacağı bir din ihdas etmeye çalışıp, İslam'ı sulandırmak ve emperyalizme peşkeş çekmek istenmekteydi.
Antiemperyalist Müslümanlar bunlar tarafından "Suyumu bulandırıyorsunuz" bahanesiyle yenilmek isteniyordu. FETÖ emriyle bir kez baği ilan edilmiştik. Ne de olsa bağilerin kafasını ezmek ve bedenlerini yakmak mubah sayılmaktaydı.
On günlük bol işkenceli göz altıdan sonra, bir kış mevsiminde gözlerimi Giresun'da açmıştım. İki yıla yakın bir süre Giresun/ Yağlıdere'nin bir köyünde baskı ve tarassut altında çalıştım. Yağlıdere ilçesinde de fiziki ve teknik takibe uğramamız zulmün tuzu biberi olmuştu.
FETÖ'nün işkenceci polislerinden gördüğümüz zulüm yetmiyormuş gibi; aynı zulmü, Karadeniz Bölgesi'nde JİTEM ve FETÖ elemanlarının fiziki ve teknik takibine uğrayarak görüyorduk. Sürgün gittiğim köyde görevlendirilen ilahiyatçının "Devletimle barışık olmayanı, Müslüman da olsa polise ihbar ederim" sözü, benim için aba altında bir sopa mesajı taşımaktaydı.
Yağlıdere'nin Köyü'nde istenmeyen adam ilan edildikten sonra, Giresun merkeze 180 km uzaklıktaki Alucra'nın Boyluca köyüne tayin ediliyorum. 2200 rakımlı, karasal iklimini Karadeniz iklimine bağlayan ve suların tersine aktığı Eğribel Geçidini aşıp bin bir zahmetle Alucra İlçesine ulaşıyorum. Gümüşhane sınırındaki köye bir gece vakti varıyorum. Birkaç ailenin daveti dışında bu köyde de kapımı çalan ve halimi soran olmuyor. Gece bir başıma kitaplarımla arkadaşlık kuruyor ve okuduğum ilginç hikâyeleri okulda öğrencilerimle paylaşıyorum. Bu köyde bir yarıyıl çalıştıktan sonra, Alucra ilçe merkezine tayin ediliyorum.
Manen rahatlamak için bir yolunu bulup Risale-i Nur sohbetlerine devam ediyorum. Hangi suçtan sürgün edildiğimi öğrenen FETÖ mensubu bir meslektaşım da akşam sohbete iştirak etmişti. Yaşadığım zulmü az görmüş olmalı ki, sıkılmadan bana terörist dediğine de şahit oldum.
Her şeye rağmen kin gütmüyor ve bize yapılanları Allah'a havale ediyoruz. Kürtlerin dinsizlerinden çektiğimiz yetmezmiş gibi, bir de Türklerin milliyetçilerden çekmeye başlamıştık. Kürtlerin Marksistleri bize hayat hakkı tanımazken, FETÖ bizleri terörist olarak lanse edip ötekileştirmeye çalışmaktaydı. Allah vekilimizdir. Nasıl olsa şerefli yazıcılar her şeyi kaydetmiştir ve yapılanların hesabı sorulacaktır.
"Zalimler için yaşasın cehennem!"