Bir insan tüm ömrü boyunca salih amellerde bulunarak kendisine verilmiş bulunan yetkileri kullanırken bir başka insan, ömrü boyunca kötü işlerle iştigal ederek, Allah'ın kendisine verdiği yetkileri ve enerjiyi boş ve beyhude yerlerde harcayabilir. Şimdi bu iki insan tipi ölümden sonra toprak olur ve davranışlarının karşılığını görmezlerse, büyük bir haksızlık olmuş olmaz mıydı ve bu hayat anlamını yitirmez miydi?

Zindana gireli aylar olmuştu. Ne de olsa zindanın havasına aşina olmuş sayılırdık. Zindanda aynı ortamı paylaştığın insanlarla, bir şekilde teşrik-i mesaide bulunma zorunluluğu da hissedersin.  Adli vakıalardan içeriye düşmüş birkaç arkadaşla kaldığımız koğuşun havalandırmasında acelemiz varmış gibi, hızlı adımlarla volta atıyoruz. Malumunuzdur zindanda volta atmak bir mahkum için olmazsa olmazlardandır. Yani zindan ehli için bir çeşit stres atma ve rahatlama yöntemidir volta atmak.

Gün geldi Allah için sabırdan bahsedip onları teselli etmeye çalışırken, onlar seni züğürt tesellisiyle teselli etmeye çalışırlardı. Yani bir nevi kavuştuğu önemsiz şeylerin, elde edemediği önemli şeyleri aratmadığını söyleyerek kendilerini avutmaya çalışırlardı.

Mahkumlardan biri bana; Hocam sen Allah için çalıştın hapse girdin, ben de hırsızlık yaparak buraya girdim. Değişen ne? Sonuçta ikimiz de aynı yerde değil miyiz? Sorusunu sormuştu.

Aklın ve mantığın sınırlarını zorlayan bu gibi sorular karşısında ' la havle vela kuvvete illa  billahil  aliyyil azim' çekmekten gayrı çarem kalmamıştı.

Ona, kardeşim hiç aklınız alıyor ve kalbiniz tatmin oluyor mu ki, bu dünyada iken fesadın, zulmün ve küfrün tohumunu ekmiş ve o fesat asırlarca sürerek diğer kuşakların da binlercesinin hayatını mahvetmiş, böyle bir insan sıradan bir böcek gibi ölsün, yok olsun ve hiç kimse ondan yaptıklarının hesabını sormasın.

Yine hayatı boyunca doğruluk ve adalet için, huzur ve barış için çalışmış, dahası bu yolda eziyetler çekmiş, zindana düşmüş ve kendi canını ortaya koymuş bir insan da, karınca gibi ölüp yaptığının karşılığında ödül alamadan yok olup gitsin. Allah aşkına aklınız bunu alıyor mu?

Allah, insanı en güzel ve mükemmel şekilde yarattı ve ona akıl nimetini verdi. Hayatını devam ettirmek için de ona bir takım yetenekler bahşetti. İnsana şekil, biçim, potansiyel güç, nitelik, süre verdi, sınır belirledi. Keyfemayeşa Allah'ın mülkünde har vurup harman savurmak için dünyaya gönderilmedi.

Doğrusu insana, yeryüzünde Allah'ın halifelik vazifesi tevdi edildi. Kendisine alan belirlendi. Kendisine ayrılan alanda fonksiyonunu icra edebilmesi için de rızık ve araçlar temin etmiştir. Dilediği alanda aklını kullanma ihtiyarıyla birlikte aklını vahyin emrine vermesi gerektiği hususunda da, yolun işaret taşları belirlenmiştir.

İmtihan sırrı gereği bu dünyaya gönderilmedik mi? İnsan, bu dünya hayatının ödül ve ceza diyarı olmadığını bilmeli ve anlamalıdır. Zaten her şeyin hesabı ebedi alemde, yani mahkeme-i kübrada sorulmayacak mı? Kaldı ki şerefli yazıcılar her şeyi mükemmel kaydetmektedir. Ne bir eksiklik, ne de bir fazlalık bulamazsınız. Allah'ın melekleri yazarken kimseye asla torpil geçmez ve iltimasta da bulunmazlar.

İnsan başıboş bir varlık değildir. Öyle ise bize verilen hayatın bir anlamı olmalıdır. Mahlukatın en şereflisi olan insan, her halde sırf dünyasını kazanmak ve saltanat sürmek için bu aleme gönderilmedi.

Allah Kuran'da:  "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" buyurmuştu ya...

Üstad Bediüzzaman bakın ne veciz sözlerle ifade etmiş yaratılış gayemizi:

"Acaba ibadetteki füturun (gevşekliğin) ve namazdaki kusurun, meşagil-i dünyeviyenin (dünya meşguliyetlerinin) kesretinden midir? (çokluğundan mıdır?) Veyahut derd-i maişetin (geçim derdinin) meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun." (21.söz)

Allah  hayatını ibadetle ihya eden kullarından eylesin...