1. Dünya savaşının son bulmasıyla birlikte korsan terör devletinin kuruluşunun ilk adımları atılmıştı. Vahşette sınır tanımayan Siyonist terör örgütleri, küçük çaplı eylemlerden vazgeçip Filistin’i silah zoruyla ele geçirmeye çalıştı. Filistinlilerin sert direnişiyle karşılaşan Siyonist milisler, öfkelerini Filistin halkının hedeflerine yöneltmeye başladı. Dışarıdan gelen gasıp haydut çeteler ile bu toprakların öz sahipleri arasında gerginlik had safhaya ulaşmış oldu. Başlangıçta İngilizleri de kara listeye alan Siyonistler, birbiri ardına saldırılar gerçekleştirdi. 22 Haziran 1946 yılında, İrgun Terör Örgütü’nün, Kudüs’teki King David Oteli’nde gerçekleştirdiği saldırı sonucunda, 41 Filistinli Müslüman, 28 İngiliz ve 17 Yahudi öldürüldü.

   Siyonistlerin bu terör eyleminden sonra Filistin tamamıyla kontrolden çıktı. Bununla birlikte İngilizler, Siyonistlerin davalarından kolaylıkla vazgeçmeyeceğini de anlamış oldular. İngiltere, Filistin topraklarında günden güne artan olayları ve karmaşayı gidermek adına, Birleşmiş Milletleri devreye sokmak istedi. BM süratle bir araştırma komisyonu oluşturdu. Özel Tahkik Komitesinde çoğunluk, Filistin’in ikiye bölünerek, Yahudi ve Filistinlilere ait iki ayrı bağımsız devlet oluşturulmasını öngörüyordu. Kurulacak iki bağımsız devlet -güya- ekonomik bağlamda birlik olmalarını ve Kudüs’ün uluslararası bir statüde kalması konusunda uzlaşı içinde olacaktı. BM, 29 Kasım 1947 tarihinde, Taksim Planı olarak bilinen 181 sayılı önergeyi yasallaştırdı.

   İngilizlerin içyüzünü bilmeyen,  bin bir türlü entrikalarına şahit olmayan onları ne de iyiliksever ve masum sanır değil mi? Halbuki durum sanılanın tam tersidir; bir kere hakem rolüne bürünmüş İngilizler, Siyonizm'in hamisi, işgalci, müstemleke ve emperyalisttirler. Kaldı ki İngilizlerin, Filistin topraklarında varlık nedeni, İsrail terör devletinin doğuşuna ve muhkem temeller üzerinde kuruluşuna hazırlık amaçlı olduğu hepimizin malumudur. İngilizler ve batılı müstemleke devletler, işgal ettikleri ülkelerde mezhep, meşrep ve milliyet ayrılıklarını körükleyip iç savaş çıkardıkları, peşinden demokrasi, barış ve huzuru temin etmek vaadiyle yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını yıllarca talan ettiklerine tarih şahittir. Bu bağamda Kızılderililerin bir atasözünü zikretmeden geçemeyeceğim: “Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”

    Bugün dünyanın neresinde bir kargaşa ve savaş varsa, orada mutlaka perde arkasında İngiliz ya da ABD’nin şeytanlığı vardır. Tarihte “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” sahibi olarak addedilen İngiltere, sadece halkı Müslüman olan ülkeleri değil, kendilerinden olmayan ulaşabildikleri her coğrafyadaki ülkeleri ve halkları sömürmüş, hala da sömürmeye devam etmektedirler. Bu sömürülerinin en bariz örneği “İngiliz Müstemlekeler Bakanlığı’nın” varlığıdır.  İngilizler, Filistin'i destekleyen Ensarullah  Harekatına karşı da büyük Şeytan ABD ile birlikte hareket edip mazlum Yemenli Müslümanların başlarına bombalar yağdırmaktadır.  İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron'un 'Gazze Şeridi'ndeki Refah'a kara saldırısı başlatması halinde İsrail'e silah satışının durdurulmasının Hamas'ı güçlendireceğini' söylemiş olması beni şaşırtmadı.

   Salt Filistinliler değil, Siyonistlerin İrgun ve Stern Gang gibi örgütler de BM tarafından yürürlüğe konulan 181 sayılı önergesini protesto ettiler. Revizyonist Siyonistlerin aksine, Siyonist Sosyalistler, BM’nin kararlarının yanında yer aldılar. Ben Gurion, taksim planını geçici bir çözüm olarak görüyordu: “Tarihte, rejime yönelik, sınırlara yönelik ve uluslararası diyalog sonucu ortaya sürülmüş böylesine kati düzenlemeleri olan bir tasarı görülmemiştir. “

   7 Ekim’de başlatılan kutlu direnişin üzerinden neredeyse bir yıl geçti, İsrail, katliam ve soykırıma ara vermeden devam ediyor. Buna karşın direnişten başka seçeneği kalmayan el Kassam Tugayları, Kudüs Seriyeleri, Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen Ensarullah’ı Siyonistlere kök söktürmeye devam ediyor. Rabbim tamamını muzaffer eylesin. 

 (devam edecek)