“Ey müminler, size ne oldu da “Allah yolunda savaşa çıkınız” dendiğinde yere çakıldınız. Yoksa dünya hayatını ahirete tercih mi ettiniz? Oysa dünya hayatının hazzı, ahiretin hazzı yanında pek azdır. Eğer savaşa çıkmazsanız Allah sizi acıklı bir azaba uğratarak yerinize başka bir toplum getirir. Siz Allah’a hiçbir zarar dokunduramazsınız. Çünkü Allah’ın gücü her şeyi yapmaya yeter.” (Nisa,38-39)
Bizler Allah yolunda sefere çıkmakla yükümlü kılındık, zaferle değil. Zafer Allah’ın elindedir, hak edene bahşeder. Cihat vazifesini ıskalayan ya da bu ulvi görevi ağırdan alan Müslümanlar, Kur’an’da azarlanmış ve tehdit cümleleri ile uyarılmışlardır. Geçmişte Peygamberini ve bir avuç müminler topluluğunu gaybi ordularıyla destekleyip yardım eden Allah (cc.), bugün de kendi yolunda savaşan Filistinli mücahitleri zafere erdirmeye muktedirdir. Hakeza Rabbimiz, gücünden de bir şey kaybetmedi.
Allah yolunda savaşmayıp yere mıhlanmış ve dünyanın çekim gücüne yenilmiş biz acizlere acı Allah’ım!
Müslümanların adeta yere mıhlanmalarına yol açan bu ağırlık, toprağın ağırlığı, toprağa dönük arzuların, toprak kaynaklı düşüncelerin, dünyevileşmenin ağırlığıdır. Can ve mal korkusunun ağırlığı, dünya hazlarından, dünya çıkarlarından, dünya nimetlerinden yoksun kalma endişesinin ağırlığı gibi daha birçok sebep, HAMAS-israil savaşında haktan yana tavrımızı koyup safımızı doğru belirlemenin önüne geçmektedir. Rahatın, huzurun ve istikrarın ağırlığıdır buna sebep olan. Ağır canlılığın sebebi geçici hazların, sınırlı ömrün, kısa vadeli amaçların; başka bir deyimle etin, kanın ve toprağın ağırlığıdır bizleri bu hallere düşüren.
Dostlar, ümmet olarak zorlu bir süreçten geçiyoruz. Bütün bu çağrışımları zihnimizde canlandıran kaynak, ayetteki “yere çakıldınız” deyiminin sözlerinden dalga dalga yayılan titreşimlerden başkası değildir. Bu deyim, yaydığı ürpertici titreşimlerle yere mıhlanıp kalmış ağır bir insan gövdesini somutlaştırıyor, gözlerimizin önüne getiriyor. Bu uyuşuk gövdeyi birileri zorla yukarıya kaldırıyor, fakat o yine ellerinden kurtulup tüm ağırlığı ile yere düşüyor.
Allah yolunda cihada koşmak yer çekiminin zincirinden kurtulmaktır; etin ve kanın ağırlığını aşmak, etkisiz hale getirmektir; insan olmanın yüce anlamını gerçekleştirmektir, insanın mayasında saklı duran özlemin, idealizmin, “bağımlılık” ve “zorunluluk”, endişelerini yenilgiye uğratmasıdır; ölümsüzlüğün sürekliliğine göz dikmektir, sınırlı geçiciliğin bağlarından kurtuluştur. Kim yüce Allah’a inandığı halde O’nun yolunda cihad etmekten geri kalırsa o kimsenin inancında mutlaka bir bozukluk, imanında mutlaka bir zayıflık vardır.
Nitekim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Kim, herhangi bir savaşa katılmaksızın ya da savaşma arzusunu içinden geçirmeksizin ölürse, münafıklığın türlerinden birini içinde taşıyarak ölmüş olur.”
İmanın sağlamlığını ve olgunluğunu engelleyen, yabancı ve aykırı bir unsurdur münafıklık. Bu karşıt unsur, yüce Allah’a inandığını iddia eden kişiyi O’nun yolunda cihad etmekten alıkoyar; eğer savaşa katılırsa öleceği ya da yoksul düşeceği korkusunu kalbine aşılar. Oysa ömürlerin sürelerini belirleyen yüce Allah olduğu gibi, insanların rızıklarını veren de O’dur ve dünya hayatının mutluluğu, hazzı, ahiret mutluluğunun yanında son derece sönük kalır.
Dostlar, bu ilahi hitap belirli bir ortamda, belirli bir insan grubuna yöneltilmiştir. Fakat hitabın içeriği geneldir, Allah’a inanan herkesi kapsamına alır. Allah’ın bu kimseleri, kendisi ile tehdit ettiği “azap” sadece ahiret azabı değildir, bu tehdidin içine dünya azabı da girer. İşte direniş harekeleri, rablerinin kendilerine buyurduğu hakikati kavradıkları için israil’e karşı bu şanlı direnişi sürdürmektedir.
İzzet ve şerefle direnen el Kassam mücahitlerine ve onların aziz komutanları olan Yahya İbrahim Sinvar’a binler selam olsun!