Yeryüzündeki soykırımın en büyüğü Amerika Kıtası'nda yerlilerinin kıyımı ile başlamıştır. Afrika’dan Amerika kıtasına gemilerle taşınan Siyahilerin köle edilmesi ve aleyhlerinde ayrımcılık yapılması; Latin Amerika, Afrika ve Filipinler’deki Marcos’a kadar tüm dünyada en kanlı diktatörleri Amerika korumuştur. Son olarak da Hiroşima mahşeri ve Irak katliamları ile damgasını vurmuş olan bu hegemonya, kendisinin doğrudan müdahalesi ya da uşakları aracılığıyla gerçekleştirilen ve insan hayatı bakımından pahalıya mal olan insanlık tarihinin en büyük hegemonyası sayılmaktadır.
ABD, Vietnam’a girdikten sonra 4 milyon insan öldü, yine ABD’nin desteğiyle Doğu Timor’da 200 bin, onun vetosu sayesinde, hiçbir ceza görmeksizin Lübnan’da 20 bin, Filipinlerde yüz binlerce, Orta Amerika’da 200 bin insan yok edildi. 20 yıl süren Afganistan işgalinde 52 bin Müslüman katledildi. İsrail'e gönderdiği silahlarla 40 bine yakın Gazzeli Müslümanı şehirleriyle birlikte yok etti.
Büyük Şeytan, Güney Kore'yi Kuzey Kore'ye, Tayvan'ı Çin'e, Ukrayna'yı Rusya'ya, Hindistan'ı Pakistan'a karşı savaşa teşvik ederek kaos ve kargaşa oluşturarak hegemonyasını sağlama almaktadır.
Hakeza, demokrasi ve İnsan hakları "iddiasındaki sahtekarlığı, Cezayir ve Mısır seçimlerinde daha bir anlaşıldı. FİS (İslami Selamet Partisi) Cezayir'de % 85 gibi ezici bir oranla seçimi kazandığı halde ABD destekli Cuntanın eliyle meşru hükümet düşürüldü. Mısır tarihinde seçimle işbaşına gelmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, darbeyle görevinden alınıp zindana atıldı. İhvan Hareketi'nin önemli isimleri sürek avı ile zindanlara tıkatılıp hiçbir gerekçe olmadan darağaçlarına gönderildiler. % 52'lik bir oranla seçimi kazanmış Mursi, Mısır zindanlarında bir duruşma esnasında şehadete yürüdü.
ABD’nin, kendisine itaat etmeyen ülkeleri askeri, siyasi ve ekonomik ambargo uygulayarak hizaya getirmeye çalıştığı, hepimizin malumdur. ABD'nin dünyanın belli başlı alacaklı ülkelerinden biri olmaktan çıkıp en başta yer alan borçlu ülkelerinden biri haline geldiği, bankalarını kumarhaneye dönüştüren bir finans spekülasyonu ile bir müddet maskelenen ekonomik dayanıksızlığıyla, gittikçe dışı sağlam, içi kof bir devi andırdığı yadsınamaz bir hakikattir. Amerika şu haliyle çöküşün eşiğinde bir devlettir.
Ortadoğu'daki ileri karakolu israili aşırı silahlandırmakla yetinmiyor, silahlarının teknik gücüyle çevresindeki devletlere sınırlı bir egemenlik dayayarak, temelini elinde bulundurduğu müdahale hakkını kullanmayı onlara kabul ettirerek bir süre daha ayakta kalmaya çalışıyor. Bu müdahale hakkını kimi zaman BM, IMF ve Dünya Bankası gibi emrindeki ekonomik kuruluşların maskesi altında gizleyerek insani müdahaleler şeklinde yürürlüğe koymaktadır.
IMF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası'nın, dünya metropolünün menfaatlerini gözeten tuzak bir kuruluştan gayri bir işlevi vardır, diyorsanız yanılıyorsunuz. Borç ve faiz batağına girmiş Üçüncü Dünya ülkelerine faizle para dağıtan bu kuruluş, para verdiği ülkeye tek cins ürüne dayalı tarımı dayatandır. IMF demek, yiyecek tarımının ve geçimi sağlayan yerli zanaatkârlığın gerilemesi, bağımlılık, işçiliğin artması, büyüyen ithalattan ötürü borcun ağırlaşması demektir.
IMF'nin bu programları bir ülkede harfiyen uygulandığı zaman, o ülkenin hükümeti, ABD ve onun Avrupalı tabilerince imtiyazlı bir muamele görür. "MF ile Dünya Bankası" denilen şer kuruluşu, Arjantin'den Tanzanya'ya, Pakistan'dan Türkiye'ye, bilmem, Filipinler'e kadar, güney yarım küreyi kırıp geçiriyor ve şimdi de aynı yöntemi İslam ülkelerine uygulamaktadır.
Hülasa, IMF para putçuluğu üzerine kurulmuş hakiki bir "pazar tektanrıcılığı" oluşturarak mütecaviz bir dünya pazarının egemenliğini ele geçirmek için emperyalist Amerikan yöneticileri devletlere ve siyasi rejimlere göre değişik metotlar kullanarak bir hayır kuruluşuymuş gibi kendini pazarlamaktadır.