Zor insan, aynı ortamda bulunulduğunda kişide öfke, huzursuzluk, korku, endişe, sıkıntı gibi duygular yaşatan; dinleme, anlama, anlaşma ve uzlaşma konusunda bilgi ve beceri eksikliğinden kaynaklanan sıkıntıların ortaya çıkmasına sebep olan insanlar için kullanılan bir kavramdır. Zor kişilikleri çeşitli ölçütlere göre gruplamak mümkündür. Özellikle kurumsal yapı içinde değerlendirildiklerinde üç grup insanla karşılaşırız. Bunlar;
- İnaktif kişilik:En belirleyici özelliği aşırı uyum davranışı sergilemeleridir. "Evet efendim!" olarak da isimlendirilen bu davranış ve iletişim tarzını sergileyen kişiler, kendi görüş ve düşüncelerini serdedebilecek kadar bir medeni cesarete sahip değildirler. Özgün bir düşünceleri yoktur. Özellikle otorite olarak gördükleri kişilerin her türlü düşünce, görüş ve önerilerine derhal ve sorgusuz katılırlar. "Yatan mutlular" olarak da tanımlanan bu kişiler kendi yaşamlarına veya kurumsal işleyişe olumlu bir katkıda bulunmazlar. Bu tipler, 'gelene ağam, gidene paşam' diyebilecek kadar ikircikli bir tavır sergilerler. Yönetime kim gelirse gelsin, bunlar için fark etmez. Önemli olan, yönetimce âli menfaatlerinin gözetilip gözetilmediğidir... Yok, Filistin'miş, Gazze'ymiş, Müslümanların gadre uğraması'mış, ümmetin parçalanmasıymış, elhasıl, dünya yansa umurlarında bile değil.
- Reaktif kişilik:En önemli özelliği hemen her görüş, düşünce veya öneriye spontane karşı çıkmaları, muhalefet etmeleridir. Ortaya atılan görüş ve öneriyi sorgulamazlar, üzerinde düşünmezler ve sadece karşı çıkarlar. Bu tipler sadece 'bay muhalefettirler.' Karşı çıktıkları veya muhalefet ettikleri duruma ilişkin bir öneri veya karşı görüş de bildirmezler. "Karşı çıkmak için karşı çıkma" bir yaşam biçimi olarak yerleşmiştir. Bunların, üç-altı yaş çocuğunda gözlenen ve o yaş grubu için normal hatta sağlıklı kabul edilebilecek "inatçılık" davranışını aşamamış ve o gelişim düzeyinin sorun çözme ve varlığını kanıtlama yöntemine takılı kalmış bireylerden farkları yoktur.
- Proaktif kişilik:En sağlıklı davranış ve sorun çözme yöntemine sahiptirler. Bu kişilikler hem sorgular hem çözüm önerirler. Diğer bir ifadeyle içinde bulunduğu durumu ya da sorunu sorgulamakla kalmaz, sorgu ve eleştirisinin sonuna bir çözüm önerisi de ekler. Yapıcı, uzlaşmacı ve amaca yönelik bir tutum sergiler. Bu kişiliklerin meselelerin üzerine varınca niyet üzüm yemektir, bağcıyı dövmek değildir. Araştırıcı ve sorgulayıcı bir iman ve bilgiye sahiptirler. Bu tipler bilgi kaynaklarını sorgulamakla kalmaz, bilgiyi gerekçelendirme yoluna giderler. Gelen haberlerin manipüle edilip kitlelerde bir algı yöneticiliğinin yapılıp yapılmadığı, konularında hassastırlar.
“Sorunlar karşısındaki duruşu" bakımından insanları üç grupta ifade etmek mümkündür. Bir sorunla karşılaşıldığında insanların soruna karşı takındıkları tavır da birbirinden farklı olmaktadır. Bu kriter açısından da üç grup kişilik karşımıza çıkmaktadır:
- Sağlıklı insan: Sağlıklı insan sorunların farkındadır. Sorunu çözmek için gözlenebilir çabalar sergiler. Bu çabaları amaca yönelik, uzlaşmacı ve yapıcıdır. En bilinen ifade ile amacı, "Üzüm yemektir." Sorunların çözümünde her iki tarafın ya da tarafların kazanabileceği veya en az kayıpla uzlaşabilecekleri sonuca odaklanır. "Haklısın-haksızsın"tartışmasına girmezler. "Köpek balığı" taktiği denilen "Haklı olmak için güçlü olmak yeterlidir." anlayışını benimsemezler. Ya da "Ne şiş yansın ne kebap!" şeklinde özetlenebilecek "oyuncak ayı" yöntemini de kullanmazlar.
- Normal insan: Normal insan da sorunların farkındadır. Ancak o sorunları çözmek için bir çaba harcamaz, sorunlarla birlikte yaşamayı seçer. "Benim adım Hıdır, bildiğim budur.", "Böyle gelmiş, böyle gider.", "Bir benim çabamla ne olacak?", "Herkes böyle yapmıyor mu?"...şeklinde kendine göre mantığa bürünüp sorunları "halının altına süpürür". Oysa İslam bu anlayışı benimsemez. Müslüman sorumluluk alıp zulme karşı koyan insandır.
- Sağlıksız insan: En belirleyici özelliği savunma mekanizmasını sıklıkla kullanmalarıdır. Bunlar "neden bulma" ve "yansıtmadır". Bu gruba giren insanlar bir sorunla karşılaştıklarında başka insanları veya başka durumları suçlamayı alışkanlık hâline getirmişlerdir. Parmakları her zaman birilerini ve bir şeyleri gösterir. Bu insanların en önemli eksikliği sorumluluk alamamalarıdır. Evde bir sorun varsa eşi, çalıştığı kurumda bir sorun varsa yöneticiler suçludur. Bu durum; ayağı takılıp düşen bir çocuğu teselli etmek için halının ya da zeminin dövüldüğü; masaya başını çarptığında ahşabın cezalandırıldığı bir yetiştirme anlayışının doğal bir sonucu olarak görülebilir.