Şeytan, şeytanlığında diretip Üstad'a; "Peki " dedi. Kur'an'ın sözünü ettiği konulardan pek çok kişi bahsediyor, din adına konuşuyor. İnsanların onu, dini amaçlarla üretmiş olması mümkün olamaz mı?" diye sordu.
Kur'an'ın nuruna sığınarak; "Hayır! dedim. "Dindar bir kişi, yüreğindeki inançla hakikat budur, hakikat böyledir" diyebilir. Ama Allah Teâlâ'yı kendi keyfine göre, kendi diliyle asla konuşturamaz. Haddini binlerce kez aşarak Allah(cc.)’a öykünemez, O'nun adına söz söyleyemez. "Allah adına yalan söz söyleyenden daha zalim kim olabilir?" ikazından korkar ve titrer. Kaldı ki birbirini tanıyanlar ancak birbirini taklit edebilir. Dahası, ilmi düzeyi yakın olanlar birbirine öykünebilir. Ve insanları geçici bir zaman için aldatabilirlerse de sahtekârlıkları kısa bir sürede anlaşılır. Sıradan bir insan, bilimde İbn-i Sina düzeyinde veya bir çoban padişah olduğunu iddia etse, herkes ona 'Sen sahtekârsın!' diye bağırmaz mı?
Zamanın bedii Üstad, şeytana meydan okuyarak; "Kur'an'ı insan sözü kabul etmek, yıldız böceğini yıldız sanmaktır. Kur'an, İslam'ın semasında her yerden ve her zaman görünen ve hakikatin nurunu yansıtan bir güneştir. Onu beşer sözü sanmak, yıldız böceğini güneş zannetmek gibidir. Hem sen ey iblis! Eserleri, etkisi ve sonuçlarıyla can bağışlayıcı, gerçek ve mutluluk verici, en kapsamlı ve yüksek niteliklere sahip bir Kitabı Allah'ın elinden alarak onu bir insanın düşüncesinin ürünü göstermek; Kur'an'ı yüzyıllardır okuyan, inceleyen ve ondan istifade eden dâhilere ve ilim ehline de saygısızlık değil midir? Kaldı ki, insan sözü olarak görülünce, Kur'an arştan düşer ama orta yerde kalamaz. Belki en yalancı birinin sözü olarak görmek gerekir. Bunu ise, sen ey Şeytan, bozulmamış hiçbir akla asla kabul ettiremezsin ve çürümemiş hiçbir kalbe inandıramazsın!"
Şeytan, dönerek, 'Nasıl inandıramam? dedi. Çoğu insanlara, onların ünlü dâhileri, şürekası ve akıllılarına Kur'an'ı ve Muhammed'i inkâr ettirdim. 'Uzaktan bakılınca!' dedim. Büyük bir şey küçük görünebilir. Mesela, bir mum yıldız sanılabilir. Bir hikâyedir anlatılır: Zamanın birinde, yaşlı bir adam Ramazan hilalini görmek için göğe bakmış. İşte, demiş, hilali görüyorum. Oysa zavallı ihtiyarın gözüne saçından beyaz bir kıl takılmış. Haliyle gördüğü ay değil, gözüne düşen bir kılmış. Üstelik kabul etmemek başka, inkâr etmek başkadır. Kabullenmemek, bilgisizce bir yargı, kendi kendini aldatmaktır. İnkâr ise yokluğuna inanmaktır. Bunun için de inkârcının aklının hareketlenmesi gerekir.
O halde, senin gibi bir şeytan aklını elinden alır, sonra inkârı onu yutturur. Ve sen ey şeytan, yalanı gerçek, imkânsızı mümkün gösteriyor ve o bedbahtlara, insan suretindeki hayvanlara bu yalanı yutturuyorsun. Kur'an'ı dinleyen en cahil insan bile, şimdiye değin dinlediğin sözlerin hiçbirine benzemiyor ve onların derecesinde değil, yetişemeyecekleri kadar yüksektedir. Öyleyse Kur'an ya bütün kitapların altındadır ki bu imkânsızdır veya tümünün üzerindedir. O halde mucizedir.
Ey şeytan ve ondan ders alanlar! Kur'an ya arştan ve Allah'tan gelmiş bir kelamdır veya kendini bilmez ve Allah'tan korkmaz bir sahtekârın saçmalığıdır. İkinci şıkkı ne sen ne de takipçilerin asla iddia edemez ve ispatlayamaz.
Hem Muhammed(s. a. v) ya Allah'ın Resulüdür ve bütün elçilerin mükemmeli, bütün mahlukatın yani, yaratılmışların erdemlisidir veya (haşa) Allah'a iftira eden ve azabına inanmayan biridir. Bunu ise ey İblis ne sen ne de güvendiğin Avrupa Filozofları ve Asya münafıkları diyebilir. Bu şıkkı dünyada kabul edebilecek bir insaf sahibi bulamazsınız. Hakeza, inandığın ve güvendiğin o kalbi bozuk filozoflar bile, 'Muhammed çok zekiydi ve güzel ahlaklıydı' diyorlar.
Meleklerin ve cinlerin sayısınca O’na salat ve selam olsun!
(...devam edecek.)