Ülke insanımızın pahalılık ve ciddi ekonomik sıkıntılarla boğuştuğu gerçeği hepimizin malumudur. Neo liberal ekonomik sistem fakiri biraz daha fakir, zengini de daha bir zengin kılmaktadır. Nitekim bütün insanlık açlıktan kırılsa da yoksulluk kapitalist sermaye babalarının kapısının önünden geçmez. Öyle ya, adamlar, sistemlerini alta kalanın canı çıksın esası üzerine bina etmişler. İnsanlar bu canavar sistemin dişlileri arasında ezilmemek için sabahtan akşama kadar para için koşturmak, geceden de sabaha rüyasında para görmeliler ki sistemin dışına atılmasınlar. Para babaları, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu unutturup tasarruf yetkisini kendilerinde görmektedirler. Sermayeyi istihdama dönüştürüp işsizliği azaltma gibi bir dertleri asla yoktur.

 

Bu zevatın hayat felsefesi," Sen çalış ben yiyeyim, ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne!" esası üzerine bina edilmiştir. Genellikle tek geçim kaynağı ücret olan birey ve bakmakla yükümlü olduğu ailesi, bireyin işsiz kalması durumunda bu gelir kaynağından yoksun kalması bu zevatın umurunda bile değil. Bu durumda da haliyle bireyin ve ailesinin hayat standardı düşecektir. Birey, sahip olduğu insan sermayesini, başka bir ifadeyle vasıflarını ve entelektüel yeteneklerini kaybetmeye başlar.

 

Özellikle işsizliğin uzun süreli olması durumunda bireyin mesleki bilgi ve becerileri aşınır. Bununla birlikte, çalışma yaşamının kazandırdığı çalışma disiplini ve alışkanlıklar ortadan kalkar. İşsiz kalan birey zamanla tembelliğe alışır ve kendini işe yaramaz hisseder. İşsiz kalan birey umutsuzluk ve çaresizlik gibi birçok olumsuz duyguya sürüklenir; özgüvenini, kendisine olan saygısını ve bakmakla yükümlü olduğu kişilere karşı itibarını kaybeder. Topluma katkısı olmayan birey moral yönünde çöküntüye uğrar ve topluma olan aidiyet duyguları azalır. Bu durumda, bir yandan çalışma yaşamının kendisine kazandırdığı sosyalleşme sürecinin dışında kalırken, diğer yandan kendisini yaşadığı topluma ait hissetmemesine bağlı olarak topluma karşı kin ve nefret duyguları ile dolar.

En başta devlet ricali aşırı israf kültüründen vazgeçip kemer sıkma yoluna gitmeli ki vatandaş kaht-ı ricale düşmesin. Bu ahlak tepeden topluma, toplumdan da ailelere yansımalıdır. Hep birlikte israftan kaçınıp ayağımızı yorganına göre uzatmadan da düzlüğe çıkamayız. Müslüman toplumlar ancak iktisat edip elindekilere iktifa etmekle kurtulabilirler. Özellikle Müslüman aile reisleri, namerde muhtaç olmamak adına bütçelerini iyi yönetmeli ve ihtiyaçlarını öncelik sırasına göre belirlemelidirler. İhtiyaç olmayan fantezi isteklerden kaçınmalıdırlar. İsrafın doğurduğu sonuçlar nedeniyle parçalanmış aile dramlarına şahit olmaktayız.

 

Allah(cc.), bizler için sayısız nimetler yaratmıştır; bunları saymakla bitiremeyiz. Allah herkesin rızkını verir. Ancak şu bir gerçektir ki, insan denen varlığın sınırsız ihtirasları ve arzuları vardır. İktisadi prensip olarak ihtiyaçlar-arzu ve istekler sınırsızdır. Buna karşılık yeryüzünde yeraltı ve yer üstü servetleri ihtiyaçlara kıyasla göreceli olarak sınırlıdır. Çünkü bizim ihtiyaç ve arzularımızı karşılayacak kadar bol miktarda her an üretilmiş mal bulunmaz. Dolayısıyla insanlar seçimlerini iktisadî ve ahlaki kurallara uygun olarak yapmaya mecburdurlar. Bu nedenle tüketimde, ölçülere uygun davranış sergilemeli, helal-haram ölçüsü, zaruret derecesine göre ihtiyaçların sıralanması ve her kademede israftan kaçınılması vardır. İslâm'da en azıyla yetinme mecburiyeti olmadan iyi ve rahat bir derecede olmak üzere bireysel tüketim de yasaklanmış değildir.  

 

"Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah'ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez." ( Maide:87) 

 

İslâm'da bir yandan tüketimde yapılacak aşırı sınırlamalar kınanırken, diğer yandan haksız veya "göze batan" tüketim eleştirilir. Bu nedenle, Müslüman aile reisi, parasını harcarken dikkate almak zorunda olduğu şey, sadece kendi kesesi değil, aksine bir bütün olarak toplumun kesesi ya da kasasıdır. İslâmî prensiplere göre tüketim harcamaları tek başına gelirin bir fonksiyonu değildir. Çünkü her ne kadar gelir artsa da tüketim alanları Allah'ın emir ve yasaklarıyla tanzim edilmiştir. Meşru alanların dışında tüketim yasaklandığı gibi, meşru alanlarda da "israf etmeme" prensibi konulmuştur. Allah(c. c) israfın haram olduğunu ve israf edenlerin de şeytanların kardeşi olduğunu Kur'an'da bildiriyor.

 

İslâm sosyal ve iktisadi dengeleri sağlamak için infakı emrederken israfı, lüksü ve gösteriş tüketimini de yasaklar. Allah Kur'an'da yiyip içmeye müsaade etmekte, israf etmeye ve gösteriş amaçlı tüketimde bulunmaya ise müsaade etmemektedir. Çünkü gösteriş tüketimi hem kişilerin hem de toplumun sağlıklı gelişmesine engel olur. Kur'an, tüketimde dengenin esaslarını şu ayetle ortaya koymaktadır

 

"Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın." ( İsra:29)

Yani ne öyle ellerini boynuna bağlamış gibi ne cimri ol ne de malını saçıp savur. Aynı surenin 26. ve 27. Ayetlerinde de infak ve harcama emredilirken tüketim sınırının ölçüsüzce aşılması da yasaklanıyor:

 

"Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya hakkını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir..."