Isparta'da sürgünlerde iken, bir gece vakti Çamdağı'nın doruğunda, bir çam ağacının tepesindeki menzilinizde, cahil ve düzenbaz insanlardan kaçarak, vahşilerle dostluk kurduğunuz yılların ne denli sancılı geçtiğini bir Rabbin bir de sen biliyorsun ey Üstad! İmanın ateşten bir gömlek giymek kadar yakıcı olduğu, dinsizlik cereyanının Anadolu topraklarını kasıp kavurduğu bir dönemde zamanın Bedii ve asrın müceddidi misyonunu yüklenerek iman hakikatleriyle İslam ve Kur'an düşmanlarına meydan okudunuz. Tarassut, baskı, sürgün, işkence ve zindanlar pahasına İstikbal İnkılabatı içinde en gür sadanın İslam'ın sedası olması için bu uğurda dünyanızı/dünyalığınızı feda ettiniz. 

Evet, rehavet ve ye'se kapılmadan, kınayıcıların kınamasından korkmadan, ateşten iman gömleğini giymeyi tercih ederek izzetli bir hayatı tercih ettiniz. Acele ettiniz, kışta geldiniz, koştunuz, koşarken belki birilerinin nasırına bastınız, olsun, çünkü alemi İslam tutuşmuş, evlad-ı ıyaliniz yanıyordu. Siz bu ateşi söndürmekle meşgulken birilerinin size sitem etmesinin ne ehemmiyeti vardı. Çünkü cennet-asa baharlarda dünyaya gelen nurlu bir gençlik sizi bekliyordu. Sürgün ve zindanlarla tecrit edildiğiniz, suikastvari zehirlendiğiniz dönemlerde dahi kendinizi hep kardeşlerinizin yanında hissettiniz, onlarla hayalen konuşmaya ve rabıta kurmaya devam ettiniz. Rabbim sizi ve dostlarınızı Firdevs cennetlerinde ağırlasın ey Üstad!  

Ey Üstad! Çamdağı'nın doruklarında yıldızları seyre dalarken: "Bir engel çıkmazsa birkaç ay burada kalmak arzusundayım. Barla'ya dönünce, siz kardeşlerimle görüşmenin yolunu arayacağım. Şimdi, dünyadan tümüyle tecrit olmuş, kopmuş bir halde, bu ağacın tepesindeki yerimde kalbime gelen ilhamı yazacağım." Demiştiniz.  

İlki, biraz mahrem bir sırdır, ancak sizin gibi ehli dil, ehli hal ve ehli gönül insanlarından bu sır saklanmaz. Hakikat erlerinin kimisi bütün sevgilerin, aşkların ve şefkatlerin kaynağı olan Allah'ın Vedud isminin sırlarına sahiptir. Varlığa bu ismin aralıklarından bakarlar. Benim gibi hiçlik içinde bir hiç olan kardeşinize Kur'an'ın hakikatlerine hizmeti sırasında, bütün merhametlerin ve hikmetlerin kaynağı olan Rahim ve Hakim isimlerinden bazı sırlar veriliyor. Risale-i Nur, hep o bereketli kaynağın rüzgârıyla yazılıyor.  

Allah'tan umut ederim ki, yazdıklarım, "Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir." müjdesinden nasiplidir.   

İkinci olarak, Nakşi yolun yolcularının dilinden düşürmediği bir hakikat vardır: 

Der tarik-i Nakşibendi lazım âmed çâr terk 

Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk  

Nakşibendi yoluna girenlerin şu dört şeyi terk etmeleri şarttır. Dünyanın kalbi oyalayacak şeylerinden elini eteğini çekmesi lazımdır. Yine ibadet ve niyette cennet sevdası ve cehennem korkusu olmayacak. Üçüncüsünde, insanın benlik ve varlık davasını bırakıp Allah'a kulluk ve ubudiyette bulunmasıdır. Dördüncüsünde, dünya, ukba ve varlığı terk eden birisi, ben bunları terk ettim diyerek böbürlenip kendisinin üstün bir mevki ve makamda olduğunu tevehhüm dahi etmemelidir. Hülasa, bu ilkeleri düşününce kalbime şöyle bir sır geldi:  

"Acizlik, yani Allah'ın sosuz kudreti karşısında, O'nun merhametine sığınmanın biricik yolu, kendi güçsüzlüğümüzü hissetmekten geçiyor. Mutlak yoksulluk, mutlak şükür ve mutlak çaba arzusu... Bu dört ilkeye sarılmalı bu zamanda. 

 Derken, "Kâinat kitabının renkli sayfalarına bak..." dizesiyle başlayan güzelim bir şiiri hatırladım. Gökyüzündeki yıldızlara senin şiirinin penceresinden baktım. "Vah esefa!" diye eseflendim. Keşke şair olsaydım da bu güzelliği burada yazabilseydim. Şiire yeteneğim olmamasına karşılık yine de başladım ve bir mensur parça söyledim. Şiire benziyor gibi ama şiir değildir. Nasıl geldiyse öyle yazdım.  

Dinle yıldızların şu tatlı hutbesini 

Nurlu mektubunu bak nasıl yazmış. 

Hep birlikte konuşmaya durmuş, hikmet diliyle derler 

Celal sahibi bir Kadir'in sultanlığının görkemine, 

Birer nur saçan delil, birer ayetiyiz biz. 

 

Hem birliğine hem de gücüne şahitlik ederiz. 

Yeryüzünü yaldızlayan, nazenin mucizeleri meleklerin seyrine ... 

Semanın arza bakan, cennete dikkat eden, 

Binlerce müdekkik gözleriyiz biz. 

 

Yaratılış şeceresinden semalara, Kehkeşanlara, 

Cemal sahibi Bir Cemil'in hikmet eliyle takılmış, 

Güzel meyveleriyiz biz. 

 

Gök ehline gezen bir mescit, 

Bir yuva, yüce bir aşiyan, 

Birer bineğiz biz. 

 

Kemal sahibi bir Kadir'in, Celal sahibi bir Hakim'in, 

Kudretinin mucizesi, harikulade sanatıyız biz. 

Kudretinin mucizesi, harikulade sanatıyız biz. 

Bir hikmet nadidesi, bir yaratılış dahiyesi, 

Birer nur âlemiyiz biz. 

 

Böyle, yüz bin dille, yüz bin delil gösteririz. 

Duyururuz insan olan insana. 

Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, 

Hem işitmez sözümüzü, 

Hak söyleyen ayetleriz biz. 

 

Mührümüz bir, tuğramız bir, 

Rabbimizi anmaktayız, kullukla teşbih ederiz. 

Kehkeşan'ın büyük halkasına bağlı, 

Meczuplarız biz.