Bir mahallede, bir Allah dostuna, 'Semtinizde, böyle bir insan bulunsun diye' en geniş yerde karşılıksız bir arsa verilse ve üzerinde yapılacak binanın masrafı için de yardımda bulunulsa, o kimseye de buraya sekiz odalı bir  hane yaptırarak, içini dışını zümrüt yeşiliyle boyatsa, Kur'an'ı, tefsir kitaplarını hadis külliyatını ve öteki  ilim ve düşünce eserlerini  en güzel yazıyla, evin  içine dışına, yaldızlı kalemle yazdırsa, özel bir kitaplık yaptırarak, kitaplarını oraya düzse, girenler anlatmaktan  aciz ve duyanlar hayran kalsalar, evin içini ve çevresini görmek için, yakından uzaktan insanlar bölük bölük gelse ve görüp beğenseler, bundan daha  güzel bir yer olamayacağını düşünerek, o salih insana çeşitli armağanlar vaad ederek kiralamak isteseler, o zat da aldanıp kiraya verse, evin her yanı çeşitli insanlarla dolsa, ev sahibi baksa ki bunların hiçbir yararı olmadığı gibi, çıkarması da imkânsız , kendi nefsi ve rahatı için bunca sıkıntı çekerek yaptırdığı binada bir yataklık yer bulamayarak dışarıda kalsa ve artık her odada, her milletten  birçok kişi, türlü kötülükler yaparak mahallelinin huzurunu kaçırınca:  

 

"Gerçi senin mahallemizde bir ev sahibi olmanı istedik, sana bu arsayı vermekle beraber ev yapabilmen için de ayrıca yardım ettik, eşyanı aldık, yerleştirdik, yetmedi, günlük masraflarını bile karşıladık. Sen de bilgili bir insan olman hasebiyle o evi gayet güzel dayadın döşedin, içine dışına bütün ilimleri yazdırdın, çeşitli nakışlarla süsledin, bunca zahmet çektin, ama gel gör ki, tam içinde oturup rahat edecek ve ilminden çevrendekileri yararlandıracağın zaman, ipten kazıktan kim varsa getirip o eve yerleştirdin. Kendin açıkta kaldığın gibi bizim de rahat ve huzurumuzu kaçırdın. Senin rahat etmeni ve bize ilim öğretmeni düşlemiştik. Şimdi ne olacak?" yeter ki evi bize kirala" dediler.

 

Mahalleli; "Eğer bunlara, evin sahibi olmadığını, bu evde misafir olduğunu söyleyip, 'Şimdilik ev benim kullanımımdadır ama benim mülküm değildir, mahalleli sevabına bunu yaptı, ben kulum, kula hizmet gerekmez, kullukta yardımcım Allah'tır, her zaman O'na sığınırım!' diyerek mülkü sahibine teslim etseydin, bu eziyetlere uğramazdın. Hoş bunun da bir çaresi bulunur. Lakin sen bize teslim olmalısın. Çünkü ben burada durdukça bunların da gidecekleri yok... Şayet bizi dinler ve onların çıkıp gitmelerini istersen, evi de emeği de unutmalısın. Böyle davranırsan huzura kavuşursun! Der ve çözüm olarak şunu önerirler:

 

'Ya dört yanından ateşleyip yakmalı veya bizler bir olup kazma kürek girişmeli, birer parça kopararak evi başlarına yıkmalıyız. 'O kimse akıllı davranır ve mahalleliye uyarsa ev yıkılır veya yakılır. Haliyle ipten kazıktan kurtulmuş evin içindeki uygunsuzlar da sürülüp çıkarılmış olurlar. Bilahare tertemiz olarak arsanın mülkü kendisine verilir. Eğer, hayır olmaz, ben bu eve bu kadar emek verip zahmet çektim, yakılmasına asla gönlüm razı olmaz! derse, ne evdeki işgalcileri çıkarabilir ne de kendisi içeri girebilir. Hadisenin içyüzünü bilmeyenler, dışındaki süse ve görünüşe bakanlar, 'Aman Allah'ım, ne güzel bir evi var! derler. Oysa zavallı adamın evi, devi olmuş ve onun huzurunu yemiş yok etmiştir.

 

Daha yakın zaman önce insanlık ailesi olarak Covid-19 virüsüyle imtihan edilip aylarca evlerimize kapanmıştık. İslam dünyası ve insanlık ailesi olarak virüsün psikolojik etkilerini atlatmakla meşgulken, merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi olan iki şiddetli depremle sarsılmıştık. Musibet büyüktü, ölüm bu kez bacayı değil, kuşbakışı dünyaya nazar etmek için muhabbet beslediğimiz gökdelenleri ve apartmanlarımızı da sarmıştı. Hem küçük cennetimiz mesabesinde addedip huzur bulduğumuz evlerimiz, deprem korkusuyla devlerimiz olmuştu.

 

Hülasa, oturduğumuz evlerin bize ait olmadığı, bu evlerde misafir kaldığımızı, hem mülkün gerçek sahibinin rabbimiz olduğunu, malımız ve canımız üzerinde tasarruf yetkisinin O'na ait olduğu hakikatini de unutmamak lazım. Malzemeden çalarak dikey mimari tarzıyla inşa ettiğimiz Hamani kulelerimizin, çürük binalarımızın yıkılması da kader ve tevekkül anlayışıyla bağdaşmıyor. Bu yapıların insani ve İslami ilişkilerimizi katlettiğini asrın felaketi Kahramanmaraş Depremi vesilesiyle daha bir iyi anladık. Kaldı ki dünya, lügatte 'denaet, yakın olma, alçalmayı' ifade eden yer anlamına gelmiyor muydu? Evet, İslam Medeniyetinin öngördüğü toprağa yakın olma, yani, yatay mimari fıtrata daha uygundur.