İnsan öyle hassas bir varlık ki okuyup yaşayarak hayat kitabından birtakım çıkarımlarda bulunur. Tabi doğru çıkarım için öncüllerin doğru olması lazım. Hayat çizgisinin nirengi noktasına varmış bir insan, eğer doğru öncüllerden yola çıkmamışsa doğru çıkarımlarda bulunamaz. Fizik alemden fizikötesi aleme olan yolculuğumuzda birinci öncülümüz Kitabullah, ikinci öncülümüz Hz. Peygamber(s. a. v)'in Sünnet-i Seniyesi ise, bunun çıkarımı sahih bir akide ve doğru bir çizgidir. Elbet düze çıkması umulan bu yolun zahmeti gün olmuş rahmeti celbetmiştir. Bu bağlamda imtihan sırrı gereği yolun çetinliği yolun bazı kilometrelerinde yolun yetimliği olarak belirmiştir. Dava dağlarında çile yüklü bulutlardan dara çekilen, diyarlardan diyarlara sürülen, gurbet ellerde dahi tarassuttan kurtulamayan, hakikatin üstünü kapkara günlerin örttüğü ve doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bir zaman diliminde iman hakikatlerini haykırmıştı.

Tam da böyle bir süreçte, bir gece vakti Barla Dağı’nda yıldızları seyre dalmıştı Üstad! Bu halet-i ruhiye içinde gecenin zifiri karanlığında başını Kur’an penceresinden uzatıp gökyüzünde gizlenen ve açığa çıkan yıldızlarla konuşmuştur. Barla gibi tenha bir yerde Kur’an ve iman hakikatlerini ders veren Risâle-i Nur eserlerini telif ederek, perde altında neşrini temin ederek, büyük bir muvaffakiyet ve muzafferiyetle dinsizliğin oyunlarını bozmuştur. Zaten 'Barla', Latince bir kelimedir. Saklanan, gizlenen, siperlenen gibi manaları vardır. Üstad: "Nasıl Nur Risâleleri, 'sırren tenevveret' yani gizlice nurlanmak müjdesi altında parlamış ve bütün âleme intişar etmişse, aynen öyle Barla'nın ismi de aynı sırra mazhar olmuş ve o beşaret altına gizlenmiştir" diyordu.

Bediuzzaman: "Bir gece, Barla'nın yüksek dağlarındaki bir katran ağacının kovuğunda otururken, göğün yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne baktım. "And olsun gizlenen ve açığa çıkan yıldızlara!" yeminindeki söz mucizesini gördüm. Gezen yıldızların örtünme ve belirmelerini işaret eden ayet, bana hem göğün hem de sözün sırlarını açtı. Yıldızlar, göğün kumandanı olan güneşin dairesinden çıkıyor, sabit yıldızların dairesine girerek, büyüleyici nakışları ve sanatları gösteriyorlar. Kimi zaman kendileri gibi ışık saçan gök cisimlerine yanaşıyor ve göz kamaştırıyorlar. Kimi zamansa küçük yıldızların yuvalarına girip beni şaşırtıyorlar. 

Özellikle yaz mevsiminde, akşam karanlığı yeryüzünü örter örtmez, ufukta ilkin Zühre yıldızı, şafak sökümüne yakın ise, onun yoldaşı doğuyor ve seyrine doyulmaz bir zaman oluyor. Nakış dokuyan mekikler gibi seferlerini bitirdikten sonra da sultanları olan güneşin aydınlığında yitip gidiyorlar. Hunnes ve Künnes adındaki bu iki yıldızı, Allah(cc.), atlas gök denizinde Rab isminin haşmetiyle sürekli gezdiriyor. Oturduğum ağaç kovuğundan tekrar göğe baktım. Baktıkça çoğalan irili ufaklı yıldızların kimi dünyadan yüzlerce büyüktü, kimi dünya kadardı, kimi dünyanın çevresinden binlerce kez daha çok uzaktaydı. Yanıp yanıp sönüyorlardı. Birbirine çarpmadan, haşmetini yitirmeden, meczup Mevleviler gibi dönüyorlardı. Onlara bakınca Allah(cc.)'ın azametini gördüm. 

Sonra aya baktım. "Aya gelince, onun için de çeşitli menziller belirledik ki, kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya kadar incelir.' Ayetini okudum. Dünya ve güneşle ilişkisi, dönüşü ve ışıması insanı öylesine hayrete düşürüyordu ki, bütün kâinata buyruğu geçen, gücü sonsuz alemlerin rabbinden başkasına verilemezdi. Hiçbir şey O'na ağır gelmez, onu yapanın her şeye gücü yeter, diye düşündüm. Gerek kendi çevresinde, gerekse güneşin dairesinde dönerken bir an bile yolunu şaşırtmıyordu. Dikkatle bakana, 'İşlerinde akılları hayrette bırakan Zat, her türlü kusurdan beridir' dedirtiyordu. 

Özellikle mayıs ayının sonlarında, Süreyya menziline girdiğinde, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı gibi görünüyordu. Süreyya sanki bir salkımdı. Yeşil gök bir perdeydi. Geride büyük, heybetli bir ağaç vardı. Hilal ise, perdeyi delerek sarkmış bir dalın ucu gibi görünüyordu. 'Kurumuş hurma dalının ince yaya benzeyen hali' benzetmesindeki inceliği görebiliyordum. 'O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve Allah'ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O'nadır. Kendimi kâinat fezasında hızla giden bir geminin güvertesinde gördüm. "Bunu hizmetimize veren Allah, her türlü kusurdan münezzehtir. Yoksa buna bizim gücümüz yetmezdi' ayetini okudum. Okumamla birlikte, dünya, sinema karelerini gösteren bir makinaya dönüştü ve göğü hareketlendirdi, yıldızları sürükledi.  

Öylesine güzel ve tatlı görüntüler gösterdi ki düşünce sahibi herkesi sarhoş ederdi. Fesubhanallah! Dedim. Allah(cc.)'ın Mutlak Kudretiyle imkânsız görünen işler ne kadar kolayca oluveriyor.