Bir çiftçinin okyanus kenarında çok geniş arazileri vardı. Çok sayıda mevsimlik işçiye ihtiyacı vardı. Havası sert bu arazide çalışmak her babayiğidin kârı değildi. Buraya bir kez çalışmaya gelen bir daha gelmek istemiyordu. Hakeza, okyanustan esen sert rüzgarlar ekinleri savuruyor, sağanak yağmurlar binaları sular altında bırakıyordu. Bu yüzden çiftlik sahibinin işi bir hayli zordu. Kimsenin çalışmak istemediği çiftliğe, bir gün zayıf ve kısa boylu bir adam geldi. Çiftlik sahibi şüpheci bakışlarla yaklaştı adama. Ancak aradığı adam bu değildi. Yine de sordu: "Birader, sen iyi bir çiftçi misin? " diye sordu. Adam tevazuuyla " Dışarıda fırtına varken, uyumasını bilirim." Adamın bu garip cevabını anlamadıysa da onu işe aldı. Kısa boylu, zayıf adam durmaksızın çiftlikte çalışmaya başladı. Çiftlik sahibi bu adamın çalışmasından memnundu. Üstelik havalar da iyi gidiyordu.
Derken bir gece yarısı okyanustan şiddetli bir rüzgâr esmeye başladı. Ağaçlar şiddetle sarsılmaya, kapılar uğultuyla sallanmaya başladı. Çiftlik sahibi telaşla yatağından fırladı, eline kocaman bir kürek alıp işçinin yattığı kulübenin kapısını araladı. Adamı sarsarak uyandırdı. "Çabuk kalk! Fırtına geliyor. Ekinleri bağlayalım, üzerlerini örtelim. Yoksa ıslanıp dağılacaklar. Adam hiç keyfini bozmak istemedi. Arkasını dönüp yorganına sarıldı. "Kalkamam efendim!" dedi kararlı bir ses tonuyla, "Size dışarıda fırtına varken uyumasını bildiğimi söylemiştim. "Bu umursamaz tavır karşısında sinirlenen çiftlik sahibi, böyle birini işe aldığı için kendini kınadı. Çaresiz, elinde küreğiyle telaşla tarlaya koştu.
Fakat şaşkınlıkla gördü ki, bütün ekinlerin üzeri yağmurdan etkilenmeyecek biçimde sıkı sıkıya örtülmüş, rüzgâra karşı durması için de kat kat bağlanmıştı. Büyükbaş hayvanların tamamı akşamdan ahıra konulmuştu, kümes hayvanları içeri alınmış, kapılar desteklenmiş, camlar sıkı sıkıya kapatılmıştı. Islanacak ya da dağılacak bir şey yoktu ortalıkta... Çiftlik sahibi elindeki küreği yere bıraktı. Arık zayıf, kısa boylu işçinin ne demek istediğini anlamıştı. O da odasına döndü ve fırtınaya rağmen hiç endişesiz uyumaya devam etti. Dışarıda fırtına varken uyumayı o da biliyordu artık.
Ey dost! Bu dünya hayatında siz de fırtınaya hazırsanız, bir şeyden korkmanız gerekmez. Zaten hayatımızın her anı zaman okyanusunun kenarında şiddetli fırtınalarla sarsılıyor. Bir an gidiyor, yerine gelmiyor. Her gün ömürden bir gün eksilerek gidiyor. Zaman aktıkça biz de tükeniyoruz. Saatler döndükçe, ömrümüz saniye saniye eriyor. Dışarıda hep fırtına var, hem değerlerimize, dinimize ve namusa söven münkirler var. Biriktirdiklerimizi dağıtmaya, sevdiklerimizi uzaklara savurmaya, bedenimizi toprağa sürüklemeye hazır bir fırtına!
Bu fırtınada huzurla uyumayı biliyor musunuz? Fani olan sevgililerden, gelip geçici olan hazlardan vazgeçip yalnız Mevla’mızın yüzüne dönmek ve her şeyi O'nun adına sevmekle uyuyabiliriz fırtınada...
Bir tebessüm et, gül kalbin acısa da.
Tebessüm et ey dost, kalbin kırıksa da,
Karabulutlar kaplamış olsa bile göğü
Seni savuran fırtınaların korkularından,
Hüzünlerinden sıyrıl tebessüm et.
Tebessüm et ey dost , karanlıklarda!
Belki yarın güneş tebessümle parlayacak.
Mutmain bir kalple bağı cinana varsan da,
Hüznün gölgesi silinecek belki yüzünden.
Şimdi dene fırtınalı havada uyumayı,
Şimdi dene ey dost, şimdi zamanı,
Tebessüm et, niye ağlıyorsun ki?
Bir tebessüm etsen, bir gülüversen,
Çünkü karanlıklar yırtıldı fecir vakti!