Hırs; mal, mülk, evlat ve makam gibi şeyleri şiddetle istemek; onlara aşırı tutkun olmaktır. Hırs; sonu gelmeyen arzu ve doyumsuzluktur. Kâinata konulmuş Allah(cc.)'ın kanunlarına uymadan, sebeplere riayet etmeden direkt olarak neticeye ulaşma çabasının adıdır hırs... Allah Resulü (s.a.v)’in iyilik peşinde koşan bir kişiye "Allah hırsını artırsın" şeklinde dua etmiş olmasını manidar buldum. Rolümüzü iyi oynamak için çıktığımız dünya sahnesinde hayat perdesi kapanmadan, hakikatle yüzleşip hastalık boyutuna varmış isteklerimize bir sınır çekmemiz gerekir. Aksi halde başkasının canına, malına, mevkiine, namus ve şerefine zarar verici sonuçlar doğuran hırs, ferdin dini, ahlaki ve ruh sağlığına zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda toplumun düzenini de bozar, öyle ki toplumda barış, kardeşlik, adalet, eşitlik, hürriyet gibi yüce değerleri öldürür, haksızlık ve zulümlere yol açar.  

 

Üstad Bediüzzaman: "Belki hırs şiddetlenmiş; onun için fakr-ı hâle(fakirlik haline) düşüyorlar. Çünkü mü'minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir" buyurdular. İnsanın doğasında bulunan, dünya ve nimetlerine yönelik tutku aşırı bir hal aldığında, ahlaki açıdan bir zaaf kabul edilip yerilmekle birlikte, bu duygunun büsbütün yok olması da insanları hayatta kalmak ve dünyayı imar etmek için gerekli faaliyetlerden soğutacaktır. Bu durum da sosyal ve ekonomik hayatta bir gerileme ve çöküntüye yol açacaktır. Anlaşılan, bir insanın büsbütün hırstan yoksun olması düşünülemez. İnsanı en güzel şekilde yaratan rabbimiz, başarılı olması ve hedefine ulaşması için onu hırs sahibi kılmıştır. Eğer bütün insanlar hırstan yoksun olarak yaratılmış olsa ve herkes hayattan uzaklaşsaydı dünyanın düzeni bozulurdu. Zaten kötü olan hırs değil, hırsta aşırılığa kaçmaktır. 

 

Müslüman, 'ben öldükten sonra dünyanın canı cehenneme' deme lüksüne sahip değildir. İnsanlar salt kendi ihtiyaçlarıyla yetinip gelecek kaygısı taşımasalar, geleceğe ait projeleri bulunmasa ve buna göre çalışmasalar sonraki nesillere harap olan bir dünya bırakmış olurlar. Nitekim her nesil zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada bir önceki neslin bıraktığı şeylerden yararlanırken kendisinden sonraki nesillere de daha mükemmel hayat şartları bırakmak için didinir ve mücadele eder; dünya da ancak bu ilahi nizama uyulması sayesinde gelişip mamur hale gelebilir.  

 

Ekranlarda boy gösteren kelli felli birtakım zevat, kendi müntesiplerine züht'ü tavsiye edip dünya işlerini bütünüyle terk etmek yönünde telkinde bulunurken kendilerini unutuyorlar galiba... Ey Hz. Peygamber'in sünnetinden, İslam'ı hükümran kılmak için çektiği çilelerden, örnek yaşamından dem vuran mübarekler, muhteremler(!) Acaba yapıp ettiklerinizin kaçta kaçı ya da ne kadarı Resulullah(s.a.v)'ın sünnetine uyuyor? Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber için "Üsvetü'n Hasene" en güzel örnek, en ideal misal, en kâmil rehber tabirini kullanır. Efendimiz(as), hayatın her alanının ve her anının tartışılmaz en güzel modelidir. Her alanda ideal bir hale sahip olmak isteyen, Onu örnek alıp model kabul etmelidir.  

 

Zor zamanda başkası bedel ödesin, ama postta ben oturayım(!)Cefayı sen çek, sefayı ben süreyim, anlayışı kardeşlik hukukuna ya da Peygamberin sünnetine uyar mı? Tabi mesele post, kast ya da ast üst meselesi değildir, mesele samimi olmak ve Allah rızasını gözeterek ipi birlikte göğüslemek meselesidir. Dava yolunda cefa çekilecekse beraber çekilmeli, sefa sürülecekse de birlikte sürülmelidir. Teşriki mesaide bulunduğum bir dostum bana; "Hocam, bizler birbirimizin kardeşiyiz; birimiz diğerinin amiri- memuru veya komutanı-askeri değildir" demişti. Dünya işlerini bütünüyle terk etmek şeklindeki anlayışa sahip olan toplumların pek çok açıdan çöküntüye uğraması kaçınılmazdır.  

 

İslam, dünya ve ukba hayatı için çalışanlara dengeli davranmayı yeğlemiş; hem rabbimizin insan doğasına yerleştirdiği istek ve eğilimleri ortadan kaldırmayı değil, bunların ölçülü ve dengeli gelişimini öngörür. Nitekim yönetimin ehliyetsiz, kabiliyetsiz kişilerin ve çıkarcıların eline geçmesi; kumar, hırsızlık, fuhuş, dolandırıcılık, karaborsacılık gibi ahlak ve hukuk kurallarına aykırı yollardan kazanç sağlanması gibi sosyal problemlerin temelinde de genellikle kontrol edilmeyen hırs duyguları yatmaktadır. Bunun için İslam, bu tür aşırı tutkuları dizginleyici ve düzenleyici bir ahlak öğretisi ortaya koymuştur. 

 

İslam, kişinin bütün çabasını dünya malını elde etmeye yöneltmesi anlamındaki hırsını kötülerken, diğer taraftan elde ettiği malı biriktirme yönünde tutkulu olma anlamındaki cimriliği de kötülemiştir. Buna karşılık, dünya nimetlerinden faydalanmak için çalışmayı teşvik etmekle beraber, bir Müslüman'ın kanaatkârlıkla sahip olduklarını kardeşleriyle paylaşma yönündeki cömertliğini de övmüştür.