İslam Siyaset Felsefesinde yöneten ile yönetilenler arasında haklar açısından herhangi bir farlılık yoktur; hukukun önünde herkes eşittir. Başka medeniyetlerde görüldüğü üzere yönetenlerin farklı bir hukuka tabi olduğu imtiyazlı bir sınıf veya kast oluşturmasına müsaade edilmez. Mevcut hukuk sisteminde hukukun önünde herkesin eşit olmadığı, üstünlerinin hukukunun geçerli olduğu; hukuk normlarının adamına göre işlediği malumun ilamıdır. 28 Şubat sürecinde kurulan kumpaslarla bir gece yarısı evlerinde derdest edilip vahşiyane işkencelere tabi tutulan, aylar süren gözaltı süreçlerinden sonra Hz. Yusuf misali memleketin zindanlarını birer birer boylayan, çeyrek asırdan fazla bir zamandır Zavira Zindanlarında unutulan, ölüme terk edilen mustaz'af Müslümanların mağduriyeti söz konusu olunca hukukun guguka dönüştüğünü ilmel yakîn, aynel yakîn ve hakkel yakîn olarak müşahede ettik. Hakeza bugün de hukukun üstünlüğünün değil, üstünlerin hukukunun esas alındığı ve geçerli olduğu malumun ilamıdır. Malumun ilamına; bilinen bir şeyin yeniden, yeniymiş gibi duyurulmasına gerek yoktur. 

İslam devletinde yöneticilerin, yönetim görevini görmelerini sağlayacak şekilde sınırlı yetkileri, meşru icraatlarına itaat ve destek talep etme hakları; buna karşılık ağır sorumlulukları bulunmaktadır. Devlet başkanlığında hanedanlık ve saltanat usulü bir dönem yaygın olmuşsa da yönetimin etnik köken, zenginlik veya belirli bir sınıf esasına dayalı oligarşik bir yapı oluşturması meşru görülmemiş, yönetimin bütün Müslümanlara açık olması ve yöneticilerin adalet ve liyakat ölçülerine göre belirlenmesi esas kabul edilmiştir. Isırıcı Emevi Saltanat tecrübesinin İslam Tarihinde kötü bir örnek olarak hatırlanması bu açıdan yeterlidir. Dolayısıyla Müslüman toplumun onayını alan bir yönetim; belirli kişi ve grupların inhisarında olmayan, toplumun farklı kesimlerinin temsilcileri yoluyla katılabildiği, ulemanın ise uyarıcı ve murakabe görevini yerine getirdiği, ilim, adalet ve fazileti üstün tutan yönetimdir. 

Siyasi katılım, tarihi ve toplumsal şartlara göre değişebilmekle birlikte İslami bir yönetim anlayışının siyasi katılım ile liyakat esaslı yönetimi mezceden bir anlayış olduğu söylenebilir. Yöneten ve yönetilen ilişkisinin karşılıklı sadakat ve güvene dayalı olması için yöneticiler şeffaflık, denetlenebilirlik ve hesap verilebilirlik ilkelerine riayet etmelidirler. Bu hususla alakalı Resul-ü Ekrem(s. a. v) şöyle buyurmuşlardır: "Yöneticilerinizin iyileri sizin sevdiğiniz ve sizi seven, sizin kendilerine dua ettiğiniz ve size dua edenlerdir; yöneticilerinizin kötüleri ise kendilerinden hoşlanmadığınız ve kendileri de sizden hoşlanmayan, sizin lanetlediğiniz ve sizi lanetleyenlerdir." (Müslim) 

Yine Hz. Peygamber(s. a. v); "Yönetim emanettir, kıyamet günü ise zillet ve pişmanlıktır, ancak onu hakkıyla alan ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getiren müstesnadır." buyurmuşlardır. Yöneticilerin yönetilenlere yumuşaklık ve merhamet ile davranması ve onların iyiliği için çalışması esastır. Bu bağlamda Allah Resulü (s. a. v) şöyle dua etmişlerdir: "Allah'ım! Ümmetimin yönetim işlerinden herhangi birini kim üstlenir de onlara zorluk çıkarırsa sen de onlara zorluk çıkar; kim de yönetim işlerinden herhangi birini üstlenir de onlara yumuşaklıkla muamele ederse sen de ona yumuşak davran." (Müslim) 

İslam siyaset düşüncesine göre bu dinin bihakkın yaşanabilmesi, getirdiği hükümlerin tatbik edilebilmesi ve yeryüzüne yayılması, siyasi bir otoritenin varlığını zorunlu kılmaktadır. Hangi seviyede olursa olsun yönetimin gerek amaçları gerekse araçları İslam dininin hükümlere uygun olmalıdır. İlahi sistemde takva ve adalet olarak tanımlanabilecek bu husus, yöneten ve yönetilen herkes için bağlayıcıdır. İslam aklı önemseyen yol gösterici bir dindir. Batı dünyasında olduğu gibi Kiliseye hapsedilen müstakil bir kurum olmadığı için din-siyaset çatışması söz konusu değildir. İslam hayatla iç içedir; seküler bir yönetim ve yöneticilerin varlığına razı olmaz. Müslüman halkların siyaset, ekonomi, aile ilişkileri, toplumsal düzen ve devlet idaresine doğrudan müdahildir.  

İslam siyaset anlayışında dinin genel ilkelerinin sınırları yöneten ve yönetilenlerin insafına bırakılmamıştır. İlkeler Allah'ın kitabından ve O'nun Resul'ünün sünnetinden esinlenmiştir. Bunun için din, genel ilkeleri belirler, yönetilenlerin haklarını teminat altına alır, öte yandan kurumsallaşma ve yönetim şekilleri itibarıyla geniş bir alan bıraktığı için, yönetime dair engelleyici veya rakip bir otorite olmaktan ziyade yol göstericidir. İslam, yöneticilerle yönetilenlerin ortak hedefler ve değerler etrafında birleşmelerini sağlayıp toplumun fikri ve manevi birliğine hizmet eder. 

Hülasa, önemli olan yönetimin kendisini her şeyin üstünde belirleyici bir iktidar olarak görmemesi, gücü ne kadar artarsa artsın, ulvi gaye ve vazifeleri yerine getirecek bir araç durumunda olduğunun şuurunda olması, şer'i ilkelere riayet etmesi, dinin belirlediği temel hedefleri gerçekleştirmek üzere kendisine bırakılan icraat alanına yoğunlaşmasıdır.