Ölüm, öğrenilmesi ve bilinmesi gereken bir sanattır. Çok derin, güzel ve hayatın seyredilebilen en değerli sahnesidir. Güzel ölen insanlar pek azdır. Ali Şeriati'nin; "Ben uzun zamandan beri tarihi inceleyerek 'güzel ölen' insanları bulmaya çalıştım ve çok güzel ve görkemli ölenleri buldum. Kuşkusuz 'nasıl ölmeli' sorusunu bilenler, nasıl yaşamalı olgusunu da bilirler. Çünkü yaşamanın nefes almadan ibaret olmadığını, ölümün de büyük bir iş olduğunu, hayat gibi önemli bir iş olduğunu bilir” tespitlerine katılmamak elde midir?
Büyük ölümler de tek tük değildir. En nihayet bir insan nasıl yaşarsa öyle ölür; nasıl ölürse de öyle dirilir. En meşhur ölümlerden biri Rum'un yürekli imparatoru Vespasin'in ölümüdür. Ölüm döşeğine düşüp can çekişiyordu. Subayları Vespasin'in yatağı kenarında durmuşlardı. Ölümün gırtlağına gelip dayandığını hissedince yerinden fırlayıp: "Bir imparator ayak üstünde ölmelidir!" diye feryat etti ve subaylarının kucağında dimdik ayakta öldü. İster Müslim, gayrimüslim olsun, bu böyledir. Nitekim hayattayken küfründen ödün ermeyen Ebu Cehil, son nefeste göğsüne çıkan Abdullah İbn Mesud için; 'Pek yaman bir tepenin üzerindesin ha!' demişti.
Allah'ın kılıcı olarak bilinen Halid bin Velid, Humus’ta bulunduğu sırada hastalandı. Yanında silah arkadaşları da hazır bulunuyordu. Çok sevdiği kılıcını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra, 'Nice kılıçlar elimde parçalandı. İşte bu benim ölümümü gören son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip, yatak yüzü görmemiş olan Halid'in yatakta ölmesidir. Halbuki Resulullah(s.a.v)'in hiçbir dostu yatağında ölmedi. Ya savaş meydanlarında veya uzak beldelerde İslam'ı yayarken şehit oldu. Ah Halid! Şehid olamayan Halid! Savaş etimi çiğniyordu. Şehitlik dışında elde etmediğim makam kalmadı' sözleriyle kendini kınıyordu.
'Bedenimde bir karış yer yoktur ki ya kılıç veya bir mızrak yarası olmasın. Ömrü İslam'ı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin akıbetinin böyle yatakta değil, düşmana Allah için kılıç sallarken gelmesini dilerdim' dedi. Hz. Halid ölüm yatağında Yermük Savaşı'nı hatırlayarak ,'Ah Yermük ah! Ne de zor günlerdi... İnsan kanlarının vadide sel gibi aktığı Yermük... Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten boşanan yağmura karşı kalkanımın altında gecelediğim anları unutamıyorum. O gece muhacirlerden kurulu akıncı birliğimle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik. Ah Yermük! Üç bin yiğitle yüz bin kâfire karşı zafer kazandığımız Mute'yi bile unutturdun. Halid, sözlerine devam ederek etrafındaki yakınlarına; Cihattan geri kalmayın, cihada sarılın. Bu topraklar ancak cihat ile kurtulur.
Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük çarpışmadır. Bundan sonra daha nice savaş birbirini takip edecektir. Sakın gaflete düşmeyin!..' diyordu. Sözlerinin devamında;' Şimdi kendimi at kişnemeleri arasında 'Allah! Allah! Nidalarıyla insanlara dar gelen Yermük vadisinde hissediyorum. Rabbimden beni her gazada diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterdim.' dedi.
Allah'ın kılıcı Halid etrafındakilere, 'Vasiyetimi bildiriyorum, beni doğrultun' deyince onu ayağa kaldırdılar. Sonra;' Beni bırakınız, şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım artık beni taşısın!' diyerek kılıcına dayandı. Ölümü savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım. Öldüğüm zaman atımı savaşlarda tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz. Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı bu kılıçla kazınız' dedi ve yatağına düşüp kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti.
Ali Şeriati,' Muhammed Kimdir?' isimli eserinde, Hz. Peygamber(as.)in vefatı için, 'Ölümün güzellikleri ve görkemlilikleri öylesine ince ve derindir ki büyük şeyleri gören gözler, ne yazık ki onu görmez. Üstelik bu gözler, savaşın görkemli sahnesini ve yumuşaklığını hissettikleri halde, bir ihtiyacın inceliğini kavrayamazlar. İşte Muhammed (as.)'in ölümü de bu türdendir; kılıcın parıltısı, kan dalgası, hışımlı atların kişnemesi ve kahramanca recez feryatları ile süslenmemiştir' diyor. Hayatında olduğu gibi vefatında da nuru az olan gözler, Hz. Peygamberin bu güzelliğini asla görememişlerdir.
El Hak, Hz. Peygamber'in vefatı da hayatı kadar güzeldir. Dostu Ebubekir(r.a) bu güzellikleri görenlerden biridir. Vefat haberiyle hane-i saadetlerine koşup dehşet ve hayret içinde Efendimizin yüzlerini örten örtüyü kaldırdı. Eğildi, tazim ve hürmetle nurlu alınlarından üç kere öptü. Akan gözyaşları arasında dilinden dökülen kelimeler şunlar oldu: Ölümün de hayatın gibi temiz ve lâtiftir yâ Resûlallah!
Rabbim hem hayatı hem ölümü temiz ve latif olanlardan kılsın inşallah...