Sözlükte "bilen, bilgi sahibi olan" anlamına gelen "âlim" kelimesi, her türden bilgi sahibi ve ilim adamı için sıfat olarak kullanılmaktadır. Âlim, terim olarak daha çok tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi İslami ilimler alanında ilmi bir yetkinlik ve müktesebata sahip olan bireyi ifade etmek için kullanılmaktadır. Kelimenin çoğulu "ulema " olup İslam ilim geleneğinde bu kavram farklı uzmanlık alanları açısından çeşitli alt sıfatlarla da tanımlanmamış değildir. Nitekim fıkıh sahasında uzman olanlar fakih, hadis dalında ihtisas sahibi olanlar muhaddis, edebi bilgisi ve yeteneği üstün olanlar edip, hakkı, hakkı ile bilen, sabırlı ve mütehammil, çok düşünmeye ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayanlara arif; çalışmalarını İslam düşüncesinin kelam dalına hasredenler mütekellim, felsefe dalına hasredenlere de feylesof ya da hakîm denilmektedir.
Hz. Peygamber (as)'in inşa ettirdiği Mescid-i Nebevî'nin giriş kısmında Medine'de evleri ve kalabilecek yakınları olmayan sahabelerin barınması için yapılan "gölgelik" anlamına gelen bir "Suffe" inşa edilmişti. Burada kalan ve çoğunluğu muhacirlerden oluşan topluluğa "Ashâbü's-Suffe" denirdi. Burada ilmi öğrenen ve öğreten insanlar kalmaktaydı. Resulü Ekrem (s.a.v)'in vefatından sonra Übey b. Kab. Hz. Ömer ve İmam Ali gibi sahabeler, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye konusundaki derin bilgileri ile sahabe içinde temayüz(sivrilmiş) etmiş âlim şahsiyetlerdi. Bunun yanında çalışmalarını ağırlıklı olarak İslam'ın kaynaklarını öğretmeye ve İslam İlkeleri ışığında inanç, ibadet ve toplumsal problemler hakkında görüş bildirmeye ayıran genç sahabeler topluluğu vardı. İbn Abbas(r.a), Abdullah b. Ömer ve Abdullah bin Amr isimli sahabiler, bunlardan birkaçıydı. I. Yüzyılın ikinci yarısında dünya mesaisini bitirip hayattan terhis edip dar-ı bekaya irtihal eden bu güzel insanlar, İslam Medeniyet Tarihinde gelişen âlim tipinin ilk örnekleri olarak kabul edilmişlerdir.
Dostlar, ulemanın kendine has meslek, uzmanlık alanları, sorumlulukları ve işlevleri vardır. Ulema kavramın bir diğer anlamı; yararlı tüm ilimlerle uğraşan ve Allah((cc.)'ın emir ve yasakları karşısında derin sorumluluk taşıyandır. Hakeza bu meselede, inanç ve takvadan uzak kişiler, kültür ve bilgi sahibi olsalar da ulema sınıfından sayılmazlar. İslam literatüründe "fakih", "müçtehit", "alim" gibi kavramlar birbirine yakın kavramlar sayılırlar. Ayrıca "entelektüel", "entelijans", "alim", "aydın", münevver" gibi kavramlar da birbirine yakın ya da eşdeğer kavramlardır. Nitekim hepsinin ortak hedefi toplum ve insandır.
Fakih, siyaset ilmi ile çıkar için boğuşan insanların arasına katılıp aralarını bulmak için yeni yöntem ve stratejiler geliştiren kişidir. O, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olamaz; tam aksine, haksızlık karşısında hakkı haykıran ve hak yolunda halklara hakla öncülük eden kişidir. Kaldı ki tevhidi çizgide yürüyen ve tevhidin bayraktarlığını yapan fakihler, her devirde ilmin izzetini muhafaza edip sultanların hem muallimi hem mürşidi olmuşlardır. Bu meyanda İmam Ali(k v.): "Size gerçek fakihin kim olduğunu söyleyeyim mi?" deyip şöyle buyurdular: " O, insanları Allah'ın rahmetinden umutsuz kılmayan, isyana ruhsat vermeyen, Allah'ın azabından emin kılmayan ve Kur'an'ın önüne hiçbir şeyi geçirmeyendir."
Ulema, Kur'an'ı anlamak, Resul-ü Ekrem(s.a.v)'in sünnetini ihya etmek için İslam'ın sahih kaynakları ışığında hareket ederek doğru inanç esaslarını tespit eden kişidir. Bu yönüyle Müslüman âlim, fakih zihin fukarası bir Yunan sofisti gibi olamaz. O, bir Roma hukukçusu ya da bir Hindu Brahmanı desen, olamaz. Âlim, vahyin gölgesinde aklı ve nakli birleştirip meselenin künhüne varan kişidir. Netice itibarıyla, âlim ve aydın kavramlarını karıştırmamak ve doğru irdelemek gerekir. Şöyle ki, aydın, toplumu çeşitli konularda aydınlatan, fikir üreten anlamında kullanılır. O, toplumun sosyolojisini anlamaya çalışırken çıkarımda bulunduğu öznel anlamlar doğrultusunda toplumu dizayn etmeye çalışırken, âlim insan ise, inandığı değerler doğrultusunda hareket edip dünyayı nesnel hakikatler doğrultusunda değiştirmenin derdine düşer. Hülasa aydın, misyonunu ifa etmeyen "âlim" kavramının bıraktığı boşluğu doldurmak için ithal edilmiştir. Aydın, 19. Yüzyıl düşünürü Auguste Comte'un savunduğu pozitivist düşünceye sahipken âlim, akıl ile nakli birleştirip vahyi anlama yollarının mücadelesini vermişlerdir.
İslam âlimi Şatibi, ulemayı yeryüzünü sulayan kaynaklara benzeterek, onları ilimleriyle yeryüzünü cehaletten kurtarıp ihya eden, taassuptan uzak şahsiyetler olarak tanımlamıştır.