Müslümanlar, tarihin aktif öznesi olma başarısını salt yüzlerce cilt eser okuyarak değil, belki yüzlerce gönle dokunarak, gönüllerini fethederek yakalamışlardır. Okuyucu kardeşlerimin malumu olduğu üzere bir önceki yazımda bu mesele üzerinde bir miktar durmuştum. Ehemmiyetine binaen bu haftaki köşe yazımda da konuyu biraz daha irdeleyip bitireceğim. Tebliğ ve davet çalışmalarında ayak bastıkları beldelerde hikmetle hareket edip insanları hakka çağıran Sahabe-i Kiram ve Tabiin, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in öğretilerine sadık kalmak için, O’nun sünnetini belki harfiyen tatbik etmez, fakat ruhunu uygulamaya koyardılar. Belki az bilgileri vardı ancak çok ışık saçarlardı. Gel gör ki günümüz Müslümanlarının sahip olduğu devasa bilgi yığınından ise ya ışık çıkmıyor ya da çok az çıkıyor. Nedeni mi? Çünkü ilimle iştigal eden bir kısım dostlar, geçmişi anlamaya çalışırken geçmişin aşk ateşinden ziyade bugüne küllerini taşımakla meşguller de ondan...

İslam'ın evrensel mesajını öne çıkarıp ümmetin vahdeti için çalışan selefimiz, fethettikleri beldelerde dilleri, renkleri, kültürleri  ve kavimleri farklı binlerce insanın gönlüne dokunup teveccühünü kazandılar. İslam dairesine giren bu insanlara İslam Kardeşliği Hukuku dairesinde muamele edildiği için herkes benliğini İslam'ın potasında eritti. Öylesine hepimiz eşitiz, bazılarımız biraz daha eşittir, kurnazlığına kaçmadılar. Takva dışında insanlar bir tarağın dişleri gibi eşit sayıldılar. İslam karşıtlarının iddia ettiği gibi, eğer bu fetihlerin arka planında asimilasyon, kavimlerin varlığını inkâr ve red esaslı bir politika güdülseydi hiç Fars kökenli Selman, Rum kökenli Süheyb, Afrikalı bir köle olan siyahi Bilal, Kürt asıllı Caban El Kürdi ve daha nice sahabe Resulü Ekrem (s.a.v)'e gönüllü intisab edip Kur'an'ın tedris halkasında cem olurlar mıydı? Hani tek başına bir Ümmet olan Selman(r. a) kendisini tanımlarken; 'İslam'ın oğlu Selman' demişti ya... Aynen böyle, Müslümanlar da kendilerini kavmi, mezhebi ve meşrebi aidiyetler üzerinden takdim etmekten ziyade tıpkı Hz. Selman gibi takdim etmesi daha doğru değil midir?  

Diğer bir husus; İnsan sorumlu bir varlıktır,  Allah(cc.), insana itaat etmeme ve doğru yolu takip etmeme hürriyetiyle birlikte, tabiatın ve diğer varlıklarının reddettikleri "emaneti" ona verdi. İnsana yeryüzünde Allah'ın halifesi olma gibi büyük bir vazifeyi de tevdi etti. Hakeza o, kal u belada; sen bizim rabbimizsin! İkrarıyla ahd u peyman etmişti. Ayrıca ona yeryüzünde Allah'ın hükümranlığının hâkim kılınması sorumluluğunu yükledi. Onu başıboş bırakmadı, tabiatın dengelerinden sorumlu tuttu. Allah(cc.)'ın çizdiği gayeye erişmek için insana, bütün yeteneklerini tam anlamıyla kullanabilme imkânı sağlayan sosyal bir düzen kurma görevi verdi. 

Kur'an'ı doğru okuyanlar biliyorlar ki istikamet üzere kalmak için sahih bilgiler içeren kaynaklarımız vardır. Kaynaklara dönmek derken geriye gitmeyi değil, hayata dönmek ve kaynakların fışkırışına dönmeyi kastediyorum. Meselemiz gerçekleştirilmiş, açığa çıkarılmış, keşfedilmiş olanları şerh etme meselesi de değildir. Bu asırda yeni sorunların üstesinden çıkalım derken var olan sorunları ilaçlayıp kefenlemek ve bir kadavra gibi mumyalamak hiç değildir.  

Muhataplarımıza karşı açık ve net olacağız. Kale içine kapanır gibi her yanımızı siperlerle çevirmeye kalkışmamız ve dava bireylerini bir yığın yasakla korumaya çalışmamızın bizi ileri götürmeyeceği bir hakikattir. Kaldı ki İslam bir kale olmaktan ziyade maddi ve manevi füzelerin fırlatıldığı bir füze rampası mesabesindedir. Sahip olduğumuz bilgi ve ilmi müktesebatla İslam'ı çağın insanının idrakine sunamıyorsak, dahası, endişe ve umutla Müslümanlara yönelen milyonlarca insana, bugün Müslüman olmanın dokuzuncu yüzyılın Arab'ı ya da Abbasiler çağının bir Arab'ı olmakla eşdeğer olduğuna inandırmamız, böylesi bir izlenim vermemiz, Allah aşkına cinayet değil de nedir sizce? 

Ancak Kur'an'ı doğru okuyan Müslümanlar bu dünyanın mayası olabilirler. Şayet Kur’an'ın mesajının manevi parçalanma içinde bulunan ruhsuz medeniyetimize ruh vermesini, bizi tarihin aktif öznesi kılıp yeniden diriltmesini istiyorsak; Allah'ın ayetlerini salt ölülerin gözleriyle değil, dirilerin gözleriyle okuyacağız ki ümmet yeniden hayat bulsun. Kur'an'ı doğru okumayanlar, onun hükümlerini yalnızca 9. ve 10.yüzyılların fıkıh geleneklerinden ibaret sanır. Oysa Kur'an'ın mesajı evrenseldir. Hükümlerini bir çağla sınırlayanlar, belki okuduğunu anlamakta güçlük çeken, zekâ düzeyleri normalin altında seyreden embesil tiplerden başkası değildir.