Kur'an okurken iki türlü okuma vardır: Bunlardan birincisi Kur'an-ı manayı harfiyle okumak, ikincisi de manayı ismiyle okumadır. Sesler tek başına bir mana ifade etmezler; ancak birleştirilince bir mana ortaya çıkar. Mesela "İsim", başkasına muhtaç olmaksızın tek başına bir mana ifade eder. Bunun için Kur'an'ı salt manayı harfiyle okuyan Müslümanlar, tarihin aktif öznesi olmaktan uzaklaşmışlardır. Kur'an okurken ayetlerin siyak ve sibakına dikkat etmeden, Bektaşi mantığıyla yapılan okumaların bütüncül olmaktan ziyade parçacı bir okuma olacağı bir hakikattir. Allah'ın ayetlerini bağlamından koparıp parçacı yapılan okumalar, derinlik, kuşatıcılık ve objektiflik gibi niteliklerden yoksun olması hasebiyle bir işe yaramayacaktır.   

Müslümanlığı salt bir takım seremoni ve etkinliklerde bulunmak olarak değerlendirip Kur'an'ın emirleri ve Efendimiz(as.)'ın uygulamalarını çağın insanının sorunlarına çözüm bulma noktasında aciz ve kısır kalanlar, tarihin aktif öznesi olma vasfını kaybederler. Tarihte Kur'an'ı manayı ismiyle okuyan öncülerimiz, tarihin aktif öznesi olarak tarih sayfalarında yer almışlardır. Zamanı mazide İslam adına yakaladığımız harikulade çiçekleniş ve yükseliş umutlarımız sırf bu yüzeysel ve yanlış okumalar nedeniyle solup düştü. Müslüman halklar, ışığı sönmüş, vurdumduymaz dikta rejimler yüzünden yabancı istilacıların ve sömürgecilerin ellerinde işe yaramaz bir nesneye dönüştüler. Burada özne, eylemi yapan ya da yüklemin bildirdiği durumu üzerine alan kimsedir. Ancak nesnenin böyle bir işlevi yoktur. Çünkü nesne öznenin yaptığı iş ve eylemden doğrudan etkilenen bir öge durumundadır ondan...   

Kur'an, insana doğru bir bakış açısı kazandırmaktadır. Rabbimiz, insanın eşrefi mahlukat olduğu gerçeğine dikkatleri çekip ona sorumluluk yüklemiştir. Ortaya atılan her bilimsel teori, her yeni keşif, Müslüman'ın dünya görüşünü zenginleştireceği gibi düşünce ufkunu da açacaktır. Allah'ın zikriyle kalbi itminana ermiş bir Müslüman, dünyada hiçbir şeyin tesadüf eseri olmadığını, aksine bütün tabiat olaylarının ve bütün insanların kaderlerinin birbirlerine bağlı oluşu, her şeyin bir mana taşıdığını anlar, bu bağlı oluş ve birliğin içinde insan, hayatına bir anlam yükler. Yeninin durmadan fışkırışı, masum sebilerin dünyaya gelişi, nehirlerin akışı, rüzgarların esişi, mustaz'af  insanların rablerine yakarışı bir ahenk ve harmoni oluşturmaktadır adeta...  

Kur'an'ı doğru okuyanlar, ahenksizliklerin ötesinde bizi ahenge çağıran bir dünyanın kesilmemiş yaratılışı; yani yaratılışı devam eden, bütünüyle güzellik olan bu ahengin zaferine bizleri çağırışı; kaderlerin evrensel yardımlaşması demek olan bu bağlı oluşun, bu muazzam birliğin ve bu mananın zaferine katılmamız... Evet, bizler Allah dediğimiz zaman, bütün bunları tasdik ediyor ve kesin taahhüt altına giriyoruz.  

İslam'ın bidayetinde bu dinin, Hicaz Yarımadasının sınırlarını aşıp baş döndürücü bir hızla yayılışının yegâne sırrı,  Müslümanların tebliğ ve davet işlerinde açık fikirli ve şeffaf davranmalarında saklıydı. İslam'ın evrensel mesajları uygun hareket edip Allah'ın Peygamberleri arasında da ayırım yapmadılar. Müslümanların hoşgörüsü sayesinde bir kısım Yahudi, Tevrat'ın dar ve milliyetçi görüşlerinden vazgeçip İslam'ın evrensel ilhamına kavuştular. Mesela Hz. İsa(as.)'ı büyük bir Peygamber olarak görüp ilahlaştırmayan Afrika ve İspanya'daki Aryen kökenli Hıristiyanlar ile İran'daki Nasturilerin, kitleler halinde Kur'an'ın çağrısına cevap vermesi ve İslam'a girmeleri kesinlikle doğru okumanın semeresi bir devrimdir. Hakeza bu devrim, askeri fetihlerden ziyade insanların gönüllerine dokunarak gerçekleştirilmiş bir kültür devrimidir.  

Müslüman düşünür Roger Garaudy bu meseleyle alakalı;" İslam'ın öncüleri Kur’an'ın her sayfasında bizi davet ettiği açık görüşlülük ve fikir hürriyeti sayesinde, Hindistan'ın, Bizans'ın, Eski Yunan'ın İran'ın matematik ilminden tıbbına kadar en ileri bilimsel katkılarını tercüme edip özümseme ve sindirmesini bildiler. Müslümanlar, tercüme ettikleri bu bilgilere, İslam imanı çerçevesinde yeni bir anlam vermek için onları yeniden köklü bir şekilde düşünmesini öğrendiler. Böylece onlar sadece eski bilgilerin tamamını aktaran kimseler olarak kalmadılar, yeni bir kültürün mucidi oldular ve yüzyıllar boyunca dünyada bu kültürün hocalığını üstlendiler" der. 

Hasılı kelâm, insan sözüyle Mevla'nın sözünü karıştırmamak gerekir. Bilim insan sözüdür. Ancak Allah(cc.)'ın sözü ebedi ve mutlaktır. Tek başına vahiy, ebediliğin zamana inişidir. Bilim hiçbir aşamada, vahiy ile aynı planda ele alınamaz.

(Devam edecek...)