Ey kara kalem, ey alınyazım! Zor zamanların dostu sürgünlerde yoldaşım. Biliyorum, görüşmeyeli ve karşılaşmayalı yıllar oldu. Oysa sen çeyrek asırdan fazla bir zaman zindanlarda solan güllerin serencamını ve acısını yazma zahmetinde bulunmuştun. Hani daha ilk karşılaşmamızda üzerine çökmüş hüznü ve acıyı okuyabilmiştim ya... Hem firak ateşinin yüreğimizi yangın yerine çevirdiği o zor günlerde hemhal olmuş ve bana bazı öğüt ve tavsiyelerde bulunmuştun. Gel gör ki her birimiz bir diyara savrulmuş ve yıllarca görüşememiştik.
Halbuki mazi zamanda birlikte yol almış, Bedir, Uhud ve Hendeklere Hüseyni yiğitlerle beraber yürümüştük. Dahası, çocukluğumuzun en tatlı anlarını, gençliğimizin en heyecanlı demlerini ceng ve cihat meydanlarında birlikte geçirmiştik . Dava yoluna baş koyduğumuz günlerde mütevazı ve bir o kadar mütevekkildik. Allah yolunda mücadele ederken de kınayıcının kınamasından korkmadan sefere çıkmıştık. Biliyorum yıllar geçmişti sancılı serencamımızın üzerinden... Habersiz ve selamsız geçen günlerimizde dava dağlarımıza ne de çok hazan ve hüzün bulutları çökmüştü.
Her şeye rağmen geride bıraktığım güzel günlerin kokusu hala üzerindeydi. "Hatırlıyor musun?" dedin buruk bir tebessümle. "Sık sık hata yapardık seninle. O zamanlar hata yapmaktan korkmazdın, hatanı düzeltmek sana pek zor gelmezdi. Derken büyüdün, hatasız ve kusursuz olduğuna inanmaya başladın. Zor zamanda mazlumların gözyaşı ve şehitlerin kanıyla büyüttüğümüz İslam ağacı tam da meyveye durmuşken, alttan puştlar, üstten kuşlar musallat olunca hasat ve inkılab umutlarımız başka baharlara kalmıştı, demiştin.
Hakeza meydanlarda zalimlere sitem etmiş ve gür bir seda ile hakkı haykırmıştık. Mazlumların ümidi olarak doğmuş ve büyümüştük. Ancak gün geçtikçe sistemle bütünleşip barışmış, yetmedi dostlarımıza kapıları kapatıp la yüs'el ve kusursuz olduğumuzu iddia edip yanlışlarımızda ısrar etmiştik. Bu hali ve o hali okuyamadığımız gibi niyet okumaya başladık. Niyet okuyunca da birbirimizin canına okuduk. Ey kara kalem! Bir zamanlar ödevlerine yardım ettiğim ben çocukluk arkadaşını ne çabuk unuttun. Ne dese haklıydı. Kitaplığın bir köşesinde öylece yeniden ele alınmayı beklemişti yıllardır. Oysa O, sevgili sırdaşım, çocukluk arkadaşımdı. Başındaki silgisiyle, küntleşmiş ucuyla, üzerindeki yaldızı ve şahla bakışıyla, yumuşak ucuyla yeniden karşımdaydı işte...
"Haklısın!" dedim. "Seninle olmak güzeldi, seninle yazmak da güzeldi." Bütün çocuklara arkadaşlık etmenin mutluluğuyla, bütün imtihanlarda onlara yardım etmiş olmanın bilgeliğiyle döndü bana. "Sana söyleyeceklerim var" dedi. "Elbette " dedim. Niçin olmasın? "Hem seni dinlemek benim için bir mutluluk meselesi..." Anlatmaya başladı: "Bir zamanlar, dünyaya henüz yeni gelmişken, beni yapan kalem ustası, beni diğer kalemlerin yanına koymadan önce eline aldı ve öğütler verdi. 'Bu öğütlerimi tutarsan, dünyanın en güzel kurşun kalemi sen olursun' demişti. Ben bu öğütleri tuttum, bu sayede senin güzel kalemin oldum. Senin elinde zalimlere karşı bilenip mazlumların feryadı oldum. Şimdi sen hayata atılmışken, mevki ve makam sahibi olmuşken, aynı öğütleri duymak istersin diye düşündüm.
İşte ustanın öğütleri:
- Büyük başarılara imza atmak ve güzel şeyler yazabilmek için sahibinin elinde onun istediği gibi duracak, onun avuçlarına hiç itirazsız uzanacaksın.
- Daha güzel ve ince yazan bir kurşun kalem olmak için, bir kalemtıraşın içinde sancıyla incelmeye razı olacaksın.
- Yaptığın hataları düzeltmeye, yanlışlarını silmeye hazır olacaksın; başucunda hep bir silgi taşıyacaksın.
- Dışın ne kadar alımlı olursa olsun, hangi renge boyanmış olursa olsun, seni önemli yapanın renkli için olduğunu bileceksin.
- Nerede olursan ol, hangi yüzeye değersen değ, oraya kendi izini bırakacaksın. Şartların ne olursa olsun, doğruyu ve gerçeği yazmaktan vazgeçmeyeceksin, gittiğin her yere kendi eserini bırakacaksın, dedi.
"İşte" dedi fısıltıyla. "Ben bu öğütleri hiç unutmadım. Sen de unutmayacağına söz verirsen, bunları bir de senin için tekrarlamak istiyorum." (Devam edecek...)