Dünya nimetleriyle meşgul olup ahiretten uzaklaştıkları için hasret çekenlerin hali, bir gemiye binip yol alan insanların hali gibidir. Şöyle ki; gemi kaptanı, yolcuların ihtiyaçlarını karşılamaları ve kısa bir süre dinlenmeleri için bir adaya çıkmalarına izin verir. Adaya çıkan yolcuları geç kalmamaları için tembihler, geminin hemen kalkacağını, aksi takdirde kendilerinin de orada kalacaklarını hatırlatır. Bu uyarı ve hatırlatmalara rağmen yolcular adanın her tarafına dağılırlar.

Bir kısmı ihtiyacını giderip hızla gemiye döner. Gemi boş olduğu için en güzel ve geniş yerlere otururlar. Bir kısmı da adanın yeşilliği ve kuşlarının ötüşüne dalarlar; hülasa adanın güzel manzarasını seyre dalarken kendilerinden geçip yolcu olduklarını unuturlar. Sonra geminin kalkmak üzere olduğunu hatırlayarak gemiye doğru koşarlar. Geç kaldıkları için ancak geminin güvertesinde daracık alana sıkışıp yolculuk yapmak zorunda kalırlar.

Diğer bir kısmı da adanın değerli taşlarından ve güzel çiçeklerinden yüklenip gemiye dönerler. Gel gör ki gemide insanlar sıkışık ve yer kalmadığı için ancak tek ayak üstünde bir yer bulabiliyor. Adadan getirdikleri eşyayı ise koyacak yer bulamazlar ama atmaya da kıyamazlar. Boyunlarında asılı kalan eşyayı ağırlığına rağmen taşımaktan başka çare bulamazlar. Meşakkatli geçen yolculuklarında aldıkları eşyalara bin pişman olurlar, ama son pişmanlık fayda vermez. Sonra süsüne aldanıp topladıkları o güzelim çiçekler de çürüyüp kokmaya başlarlar.

Diğer bir grup yolcu da ormana dalar, gemiyi unutur, gemiden çok uzaklaşırlar. Kaptan onları çağırır. Kaldı ki birazdan hareket edecek geminin rotası belliydi, üstelik yolcular bu geminin onları nereye götüreceğini bilerek binmişlerdi. Geride kalanlar anons ve uyarıya rağmen, şarkılar eşliğinde halay çekip eğlendikleri için, kaptanın sesini duymazlar. Adanın güzel çiçekleri, meyveleri ve manzaralarının cazibesine kapılan bu gafil yolcuların, geminin çoktan demir alıp limandan uzaklaştığından haberleri bile olmamıştı. Öyle ya... Hayat gemisinin bu dünya limanından demir alma zamanı gelmişse, o gemiyi kim durdurabilirdi? Hangi güç buna karşı koyabilirdi ki? Hem şair, mısralarında konumuzla ilgili hakikatleri zikrederek, duygularımıza tercüman olmuştur adeta:

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Yolcularını hakka götüren bu gemi, yol alıp ufuktan kaybolurken, adada yalnız kalan biçare yolcuların üzerlerine vahşi hayvanlar saldırır. Korkuyla yırtıcı hayvanlardan kaçarken dallara takılan elbiseleri parçalanır, dahası üryan kalıp ayaklarına diken batar ve dallar bedenlerini yaralar. Bunların bir kısmı gemiyi hatırlayıp kendince yeniden gemiye yetişmeye çabaladı, fakat gemi çoktan hareket ettiğinden kıyıda kalırlar. Geride kalan yolcuların bazıları yırtıcı hayvanlara yem olurken, bazılarını yılan ve çıyanlar sokup öldürür. Adada sağ kalanlar da ölünceye kadar şaşkın şaşkın dolaşırlar.

Rabbimiz Allah(cc.), Kur'an-ı Kerim'de buyurmuşlar ki: "Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi de gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız." (Yunus: 24)

Bu ayet, insanın dünyada görünürdeki başarılarına bakıp, ahireti bütünüyle unutanlara bir uyarı niteliği taşır. Bu tipler, ekinlerinin olgun ve bereketli olduğunu, onu biçebileceklerini ve hasat sonu mutlu olacaklarını zanneden toprak sahiplerine benzetilmiştir. O toprak sahipleri ki, olgun ürünlerinin tadına yakında bakabileceklerinden emin biçimde, Allah Teâlâ'nın, hem ürünlerini hem de büyük umutlarını tahrip edici emrinin farkında bile değildirler.

Tıpkı bunun gibi, ahiret hayatı için hazırlık yapmayanların, bu dünya ziynetleri uğruna irtikab ettiklerinin karşılığını öte dünyada bir felaket olarak bulacakları da bir hakikattir. Cennete girme umuduyla cehenneme götürecek işler çeviriyoruz. Ayrıca boş temennilerle avunup kötü akıbetin bizleri beklediğinden habersiz gibi duruyoruz.

Doğrusu dünya hayatının aldatıcı güzellikleri ve cazibesine kapılıp nerden gelip nereye gideceklerini unutanları kötü bir gelecek bekliyor. Hülasa, hasadından emin olunan olgun ürünlerin, aniden bir felakete duçar olmayacağının garantisini kimse veremez.