Hasret ve hüzün bulutlarının semasını sardığı küre-i arzın ömrü de sayılı, elbet bitecektir bir gün... Üzerinde yaşayanlar kazık çakmadığı gibi sabit de değildir bu dünya... O, bir semazen gibi hem kendi ekseni etrafında ve hem de güneşin etrafında hızla dönerek bir zamana tekabül eden günleri, haftaları, ayları, mevsimleri ve yılları meydana getirir. Bu seyrüseferde başını bir gezegene vurup harap olması da zaten an meselesidir. Hakeza geçirilen devir ve devran geçecek, ömrü tükenecektir duvaklı gelin gibi süslenen dünyanın. Kendisine gönül bağlayan aşıkların yakasından düşmedi dünya, belki ta canlarına kastederek düşecektir. 

Hazan ve hüzün mevsiminin hışırtılı rüzgarlarında savrulan yakınlarımızın, sevdiklerimizin, sararmış ekin misali toprağa karıştığına şahit olduğumuz bir alemde ne yazık ki gidişatı da değiştiremiyoruz. Eh ne olacak... Fani ve fena dünya işte... Ne yapabilirsin ki? Bu yolculukta -kim bilir- daha kaç divane buluşacak idam kemendiyle... İşte tam da bu noktada başlığa uygun düşen bir öykü paylaşalım. Tarihte ikinci Ömer olarak vasfedilen, adil ve bir o kadar merhametli olan Ömer b. Abdülaziz'e bir gün bir mektup geldi. Hikmet ve takva ehli birinden, Basra'lı Hasan'dan geliyordu mektup. Oldukça etkileyici ve ibretamiz sözlerle dolu bir mektup... Mektubu okudukça yanağından yaşlar süzüldü, yüreği titredi güzel insanın. Ömer b. Abdülaziz yönetim sınavında kendisine eşlik eden bütün yol arkadaşlarını çağırdı ve onlara da okudu mektubu. Mektupta:

Ey Abdülaziz'in oğlu! Bundan sonra bilmiş ol ki dünya yerleşme yeri değil, uğrak ve göç yeridir orası. Adem(as.) buraya imtihan için indirilmiştir. Siz buraya ceza diyarı da diyebilirsiniz. Ey müminlerden sorumlu kişi! Dünyadan sakın. Dünyadan gerçek azık almak, onu terk etmek iledir. Dünyayı başının üstünde tutan, onun altında ezilir. Dünyalık peşinde olan yoksul düşer. Dünya, zehirli bala benzer. Bilmeden yiyeni yok eder. 

Ey müminlerin emiri! Dünyayla ilişkin, yarasını tedavide ilacı kararınca ve ölçülü kullanan hastanınki gibi olmalı. Aldatıcı ve zalim olan dünyadan sakınmalısın. İyi bil ki dünya süslenmiş duvaklı bir gelin gibidir. Duvaklı gelin misali süslenen bu dünya, gözlerin kendisinde olmasını, gönüllerin kendisine yönelmesini ve insanların kendisine tutulmasını ister. Hem öyle zalim ve aldatıcı bir gelindir ki sayısız taliplisiyle evlenmiş ve her evlendiğini de mutlaka öldürmüştür. 

Ona gönül bağlayan, yüreğini ona veren ve onunla birleşmek isteyenlerin gönülleri taş, gözleri kör, kulakları sağır kesildi, hakkı işitmez oldu. Kendisinden öncekilerin nasıl öldürüldüğünü göremez onlar. Kimse kimseyi uyarmaz. Üstelik ona âşık olanlardan kimisi amacına ulaşır, aldanır, azar ve haliyle öteki alemi unutur. Böylelerinin tüm uğraşı dünya olur. Sonra ansızın ayağının altındaki yer kayar, özlem ve hasreti artar, üzüntü ve pişmanlığı çoğalır. Hal böyle olunca ölümün ağrıları üzerine çöker. Acılar içinde kıvranmaya başlarlar. Aradığını bir türlü bulamaz onun peşinde koşan.... Sıkıntıdan kurtulamaz. Telaş içerisinde, azığı olmaksızın yola çıkar. Aç ve barınaksız bir halde perişan olur.

Ey müminlerin Emiri! Dünyadan sakın. Ona değer verenler, kısa bir süre mutlu olsalar bile ardından bin bir türlü sıkıntıyla karşılaşır. Onların arasına giren de aldanır. Dünyadan yararlanan zarar görür. Onun bolluğu belayla karışıktır velhasıl. Dünya devamsızdır, fanidir ve fenadır; bütün faniler bir gün yok olacaktır. Çünkü dünya neşesine üzüntü, zevkine keder katmıştır. Gelen gider, giden gelmez, geleceğin ne olduğu da bilinmez. Umutları yalan, emelleri boş, arı görüneni bulanık, yaşayışı eziyetlidir dünyanın. 

"Ey müminlerin Halifesi! Aklı başında olan insan, her an tetikte durmalı, başına büyük bir felaketin gelebileceğini düşünmeli. Dünyanın ve bütün alemlerin sahibi onun tehlikelerini bildirmemiş olsa bile, sen bakarak ve tadarak görebilirsin. Dünyanın Allah(cc) katındaki değeri, bir hiçtir. Hazinelerinin anahtarları kendisine verilmiş olan Allah Elçisi(sav.)de dünyaya en küçük bir değer vermemiş, ondan yüz çevirmiştir. Allah Teâlâ, onu iyi kullarının yüreğinden uzaklaştırıp kötülerin gönüllerini bağlamıştır...' gibi ibretamiz sözlerle uzayıp gidiyordu mektup.

Ey dost! Senden öncekilerden çok kişi dünyalığı bir bağış sanarak ona kalbini bağladı ancak aldandılar. Oysa, Allah'ın Elçisi açlıktan çoğu günler karnına taş bağlıyordu. Sen yüreğini ona bağlama, yoksa ateş ya da taş bağlamış olursun. Asıl ebedi yurduna giderken bu kısacık yolculukta ve menzilde sana yetecek kadar azığını al. Anlayacağın yol uzun ve meşakkatli, dağlar arasındaki sarp geçitlerden sürüp giden yolculuk tehlikelidir. Dünya kendisine bağlananların çoğunu, üzerindeki ağaçlara asmıştır. Bil ki en mutlu anın, belki ona değer vermediğin, onu aşağıladığın andır. 

Basra'lı Hasan tavsiyelerini şu sözlerle bitiriyor. "Yazık! Çok yazık! Dünya çekip gitti! Ona kananların yaptıkları boyunlarına asılı kaldı..."